Alevilerin oyu kimin heybesinde?


Halkoylamasında teknik olarak iki seçenek sunulur. Ya "evet" denilecektir veya "hayır". Bu iki seçenekten birini tercih etmek demokratik eylem sınırları içinde mümkün ve meşrudur. Önerilen seçenekleri şu veya bu nedenle insanlar onaylayabilir veya reddedebilir. Hangi etkenlerin insanların tercihlerini belirlediği hususundaki tartışma da aynı ölçüde meşrudur. TBMM'ndeki aşamada bilhassa CHP paketin üç maddesi dışındaki bütün maddeleri kabul ettiğini söylemiş olduğu halde bugün muhalefetini daha önce katıldığını söylediği maddelere de teşmil ettiği görülüyor ki, bu durum paketin tamamına yönelik bütün tezlerini baştan itibaren inandırıcı olmaktan uzaklaştırıyor. Doğrusu sözkonusu üç maddeden biri (parti kapatmayla ilgili olanı) zaten düşmüş olduğuna göre, geriye ihtilaf konusu olan sadece iki madde kalmış oluyor. Tartışmanın oldu olacak sadece bu iki madde üzerinde yürütülmesi aslında işi oldukça kolaylaştırırdı. Gerçekten de konunun özü HSYK ve Anayasa mahkemesinin yapısıdır. Ve konuyu o maddelerin özüne getirdiğimiz takdirde lafı çoğaltmadan işin teknik yanına ağırlık vererek tartışmak daha kolay olabilir. Ancak bunu söylemesi kolay, yapması yine olağanüstü zor oluyor. Çünkü konunun teknik kısmına inildiğinde önerilen değişikliğin yargıyı iktidara bağlamakla ilgili eleştirilerin hiçbiri paketin içeriği tarafından desteklenmiyor. Bugün istediği mahkemeye istediği hâkim ve savcıyı aynı anda atayarak istediği mahkemeyi istediği gibi sonuçlandırabilecek kudrette bir HSYK gücü var. Bu yargı besbelli ki bütün önemli davalarda bir taraf olarak ortaya çıkıyor. Şimdiye kadar işlerini sessiz sedasız yürütmüş, çünkü kimse buna dur dememiş. O yüzden yıllar önce Türkiye'de "temiz toplum" umudunu alevlendiren Susurluk vakası kısa bir süre içinde bu yargı düzeni sayesinde bütün umutları söndürdü. Çok daha önemlisi, Madımak'ta, Gazi Mahallesinde yaşanan katliamların sonuçlandırılmasının bir yargı işi olduğunu bilmeyen yok. Yıllardır Aleviler adına konuştuğunu söyleyen örgüt temsilcilerinin bu olaylarda esas sorumlularının neden bulunamadığını samimiyetle sorduklarında varacakları yer sonuçta HSYK tarafından şekillendirilen yargı sisteminden başkası değildir. Tabii ki herkes istediği oyu verir, bu da demokrasinin bir gereğidir. Ama bugünkü yargıyla en fazla sorunu olması gereken Alevilerin, bu yargı sistemine çeki düzen verecek bir düzenlemeye neden şiddetle karşı koydukları sorusu da gelip akla takılıveriyor. Sivil toplum kurumlarının temsil ettikleri kitleler veya üyeleri adına seçimlerde veya referandumda bir oy beyanında bulunmaları normal bir şey midir? TÜSİAD ile başbakan arasındaki tartışma bugünlerde bunu bir soru olarak önemsemeye davet ediyor. TÜSİAD geçmişte hem anayasa konusundaki tartışmalarda hem de gündemdeki birçok konuda bütün üyelerini bağlayacak şekilde tarafgirliğini ilan etmiş bir kurum. O yüzden bugün oyunu açıklamakta nazlanması başka türlü yorumlanabiliyor. TÜSİAD gibi üyeleri mahdut bir kulüp adına başkanının şu veya bu nedenle sergilediği ihtiyat, bir din cemaati adına hareket eden kişilerden tabii ki daha fazla beklenir. Alevi Bektaşi Federasyonu Başkanı Ali Balkız, Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu Genel Başkanı Turgut Öker ve Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı Genel Başkanı Ercan Geçmez'in "Biz Aleviler" olarak başlayan bir bildiri yayınlayarak bütün Aleviler adına bir oy beyanı yapması ne kadar doğru, ne kadar mümkündür? Bunca geniş Alevi kitleleri kendileri adına bu kadar kesin konuşabilecek böyle bir temsil mekanizmasına sahip midirler? Eğer böyleyse Aleviler açısından durum hakikaten çok vahim. Açıkçası Aleviler adına konuşunca bütün Alevilerin peşine düşeceğini düşünen bir yaklaşım Alevi varlığını bir kabile gibi görüyor, bununsa her şeyden önce Alevilere bir saygısızlık barındırdığı açıktır. Bildirinin muhtevası ise tam bir fecaat, detayına inmeye yerimiz kalmadı ama şöyle cümleler var: "8 yıldır iktidarda olan AKP, yeni bir Muaviye oyunu ile yine karşımızda olacak". Siyaseti dinsel figür ve benzetmelerle örneklemek neresinden bakarsanız laikliğe aykırıdır, bir metafor olarak alınsa bile, metaforun sınırlarını çok zorluyor. Tarihin ve dini söylemin bugünün siyasal mücadeleler için açık istismarını içeren bu dili konuşurken, yine de muhalifini Muaviye olarak görenin kendisinin biraz Hz. Ali olmasını beklemek gerekmez mi? Başka konuşmalarında mevcut siyasetin bütün adımlarını aynı dinsel terimlerle mahkum eden Balkız ve arkadaşları, paketin içeriğiyle ilgili doğru dürüst bir değerlendirme yapmadan bu referandumla hükümetin şeriat düzenini getirmek üzere bir adam daha ilerlemiş olacağını savunuyorlar. Şimdi bunu da yapılan iş hakkında bu kadar kötü zan beslemekten mi alıp düzeltmek lazım, "dört kapı kırk makam" terbiyesine sahip olması gereken birinin şeriattan bu kadar çok nefret etmesinin içerdiği çelişkiyi göstererek mi almak lazım? Neresinden alırsanız alın, Türkiye'de kendi camiası adına eşit vatandaşlık talep ettiğini söyleyenlerin kendi kitlelerine karşı ne kadar ölçüsüzce otoriter ve saygısız olduklarını gösteriyor bu söylem. Alevileri kendilerine aşiret gibi, iradelerini kendilerine mülk gibi gören bu yaklaşım Alevileri rahatsız etmez mi?
<< Önceki Haber Alevilerin oyu kimin heybesinde? Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER