Emre Aköz'ün eline sağlık, Yurdanur Hanım'ı anlattı.
Amasra'nın bir caddesinde "
Atatürk'ü aramış", bulamamış,
Kültür Bakanı'na şarlamış. Rozet ve
poster istermiş. Bunlardan her yerde olması gerekirmiş.
Yurdanur Hanım bana da, üç yıl önce kendini yerlere atıp "Ahmet Necdet Sezer'i istiyorum" diye haykırarak göğsünü bağrını paralayan kadıncağızı hatırlattı.
Hani bunlar toplu
taşıma araçlarında da "
Cumhuriyet gazetesini bir
bayrak gibi" açarlar... Hafta sonları
Milliyet de alırlar. Fakat gazetelerinde "renkli fotoğraf" hele hele reklam yayınlanmasına da içten içe içerlerler.
Kışın tayyör-etek giyerler, içine de "fırfırlı"
Ankara bluzu, beyaz... Ayakkabı "loafer"...
Yazın da "
Bodrum işi" pazen entari.
İstanbul'u pek sevmezler, kalabalık, gürültülü, pis ve hepsinden önemlisi "pahalı" bulurlar. Ankara'da mutlu olurlar.
Genellikle
emekli falandırlar, gelirleri dardır.
"Hafifçe solcu" sayarlar kendilerini ama işçiyi de hor görürler. Memurla bir olamayacağını, eşit sayılamayacağını düşünürler.
Kendilerini "devletin sahibi" sayarlar. Türkiye'yi onlar kurtaracaklardır, çünkü onlara emanet edilmiştir.
İri kalçalı ve iri göğüslü, azıcık da göbekli olurlar. Kolları ve ayakları tombul, ayak bilekleri kalındır.
Saçları kısadır. "Yaptırmayı" pek düşünmezler. Asla "makiyaj" da yapmazlar.
Çoğu hayatında hiç orgazm olmamıştır, öyle ayıp şeylerle ilgileri yoktur.
Çoğu kocasının cinsel organını tutmaktan bile iğrenir.
"Dinciler" arasında "cinsellik bilen" çıkınca da şaşarlar. Hesapça bunların öyle şeylerden anlamamaları gerekmektedir.
İçkiyle başları hiç hoş değildir ama ara sıra iki kadeh rakı içmeyi, başlarının dönmesi pahasına görev sayarlar. Sigara kullanmazlar pek. Binde bir sigara içmeye "tüttürmek" tabir ederler.
Gözde yazarları
Emin Çölaşan,
İlhan Selçuk, Hasan Pulur,
Oktay Akbal falandır.
Gazete almayı severler ama kitap okumazlar. "Şu Çılgın Türkler"i hemen almışlar ama "kalın geldiği için" bitirmemişlerdir.
Deniz Baykal'a çok kızdıkları için içleri şimdi rahatlamıştır, Kılıçdaroğlu iktidara gelirse emekli maaşlarını herhalde arttıracaktır, her şey ateş pahasıdır.
Uçağa binmezler. Gizlice korkarlar ama bunu söylemezler. Ankara'ya gidiş gelişlerinde
otobüsü
tercih ederler, ama otobüs de mutlaka Varan olacak. (Taş düşmez, ayı çıkmaz ama diğer otobüslerde pis kokulu köylüler bulunabilir...)
Yabancı dil bilmezler, yurtdışına da hiç çıkmamışlardır. Buna gerek yoktur.
Tatillerini bir "kampta" geçirmeyi tercih ederler, indirimlidir. Yazlık ev alacaklarsa
Marmara Adası, Avşa,
Didim gibi "Ankara sayfiyesi" sayılan beldeleri düşünürler.
Yalova, depremden beri gözlerinden düşmüştür.
"Cumhuriyet mitinglerine" katılmayı bir görev bilmiş, seve seve koşmuş, seçimde hiç ummadıkları bir sonuçla karşılaşınca da derin bir hayal kırıklığına kapılmışlardır.
1881 doğumlu Atatürk'ün 2010 yılında hayatta olmaması da onlar için derin bir üzüntü kaynağıdır.
Eskiden sokakta çarşaflı kadınlara saldırıp "çarşaf yırtmayı" da bir
hobi olarak değerlendirirlerdi, şimdi artık bu işi o kadar kolayca yapamadıkları için sinirlenirler.
"Ne güzel yerlerimiz" dururken gidip gidip olmayacak şeylerin, örneğin hamalların fotoğrafını çeken turistlere de sinirlenirler.
Şimdilik eve temizliğe gelen "kapıcının karısını" bilinçlendirmeye çalışmakla yetinmektedirler.
Yaşları ilerlediğinden, sayıları da yavaş yavaş azalmaktadır.