Hrant Dink ailesinin
AİHM’ye başvurusunu reddettirmek amacıyla
Türkiye’nin hazırladığı
savunma, Türkiye’nin “demokratik” değil, “bürokratik” cumhuriyet olduğunu bir kez daha sergiliyor.
12
Eylül Anayasası’nın “vesayetçi” anlayışından kurtulma iddiasıyla referanduma gidilen bir ortamda AB sürecinde gerçekleşen reformlara karşın, “düşünce özgürlüğü” konusunda kafalar hâlâ net değil.
Hükümet adına AİHM’ye gönderilen savunmada Hrant Dink’in “Türklüğü aşağıladığı” öne sürülen makalesiyle “Kühnen
davası” olarak geçen bir Nazi’nin şiddet içeren sözlerinin aynı kefeye konulması, AKP döneminde de değişmeyen “devlet aklı”nı yansıtmaktadır.
Adalet Bakanı Sadullah Ergin’e “Nasıl böyle oldu?” diye sordum.
Çeşitli bakanlıklardan toplanan görüşler özetlenerek AİHM’ye gönderilmiş.
Nazi örneği de
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10. maddesindeki “
ifade özgürlüğü” bölümünden alınmış. Ancak oradaki “
eylemli” suç! Nasyonal Sosyalist Parti’yi
siyaset sahnesine yeniden çıkarmak isteyen bir
örgüt liderinin mücadele çağrısını içeriyor.
Alman Kühnen, “Her kim bu davaya
hizmet ederse eylem yapabilir, her kim buna karşı çıkarsa karşısında bizi bulacak ve nihai olarak
tasfiye edilecektir” diyor.
Bunlar
12 Eylül öncesinde Türkeş’e atfedilen, “Davadan döneni vurun” sözünü çağrıştırıyor.
AİHM, ifade özgürlüğüyle ilgili
uygulama kılavuzuna “Kühnen davası”nı olumsuz örnek olarak almış. Nazilerle bir bağlantı kurulacaksa bunu 301 kurbanı olan Hrant’ın yazılarında değil,
Trabzon Pelitli’deki çetenin düşünce ve eylemlerinde aramak gerekiyor.
Savunmada Hrant’ın koruma için başvurmamış olması da bir zaaf olarak sunuluyor.
İstanbul Valiliği’ne çağrılarak “resmen” uyarılmamış mıydı? Ve son yazısı, “güvercinleri vurmazlar” temennisi üzerineydi.
Suikast davası, Hrant Dink dışında herkesin “planlı”
cinayetten haberdar olduğu gerçeğini ortaya koyuyor. Kafes’te cinayetten “
operasyon” diye söz edilmedi mi?
Buna rağmen Türkiye, AİHM’ye Hrant’ın “halkı
tahrik edecek” içerikte bir yazıyla “Türklüğü aşağıladığı” için 301’den mahkûm olduğunu, “Kühnen davası”nı da örnek göstererek kanıtlamaya çalışıyor.
Oysa
Adalet Bakanlığı daha üç ay önce 25
Mayıs 2010’da Arat Dink ve Serkis Seropyan’la ilgili 301’den dava açılması isteğini, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10.maddesini gerekçe göstererek reddetmiş.
Şiddet, silahlı direniş ve isyana
teşvik içermedikçe ifade özgürlüğünün “sınır tanımayan” bir değeri var. Adalet Bakanı
Sadullah Ergin bu görüşe
imza atıyor.
Dışişleri Bakanlığı’nda
Ahmet Davutoğlu var; hümanist bir kişi, dünyanın dört bir yanında barış kovalıyor. Hükümet, 12 Eylül Anayasası’nı değiştirmeye çalışıyor.
Cinayet davasının sonucunu beklemek yerine AİHM’ye böyle bir savunma gidebiliyor.
“Bürokratik cumhuriyet” işte böyle bir şey!