NE HAK NE HUKUK
İnsanız ya. Haklarımız var hani. Alın...
Serdar Turgut, Sedat Ergin’den almış, dolaşım buradan devam etsin: Türkiye’deki cezaevlerinde 117 bin 547 kişi var. Bunlardan sadece yarısının, yani 55 bin 856 kişinin cezaları kesinleşmiş. Sıkı durun, tam 41 bin 40 kişi
tutuklu statüsünde, yani haklarında verilmiş bir kesinleşmiş
mahkeme kararı olmadan tutuluyorlar hapishanede.
Barolar Birliği’nin verilerine göre açılan davalardan yüzde 54’ü beraatla sonuçlanıyor. Aynı rakam Avrupa’da sadece yüzde 5.
41 BİN EŞİTTİR SIFIR
41 bin, sadece rakam. Onları hiç bilmedik. İlgilenmedik. Şeriatın kestiği
parmak acımazdı. Aslında yanlış kesilen parmak acımasızlıktı ama yine de devlete karşı kulduk ve bu kulluk anaforunda 41 bin ayrı öykünün, ailesi ve yakınlarıyla beş kat, 10 kat ayrı trajedi olduğunu bilmedik. Kullukla uyurken dışarıdaydık üstelik, uykunun üstüne yorgan oldu bu mekân farkı. Yasa koyucu ve uygulayıcının ise böylesi
küçük detaylara ayıracak ne zamanı vardı ne vicdanı.
SIFIR, BÜYÜSE DE SIFIR!
Bir de hükmü kesinleşmesine rağmen hastalığa müebbet mahkûmlar vardı. Genellikle kansere tutsak hükümlüler. Yasa koyucu tarafından verilmiş haklara,
AİHM kararlarına, raporlarına rağmen onları hep öldükten sonra bildik. Güler Zere, Rıdvan Kızgın, Abdullah Akçay hep bu fasıldan. Ve hepsi ayrı bir
ölümcül hastalığa mahkûm
Erol Zavar, A. Samet Çelik,
Gazi Dağ, Halil
Güneş, İnayet
Mete gibi ölmek için sırasını bekleyenler var. Onları da bilmedik.
ERGENEKONCULAR İNSAN... YA DİĞERLERİ?
Ama bir anda uyandık.
Ergenekon mevzuunda seçilmişler de ‘peşin hüküm’ kıskacında cezalandırılmaya başlayınca kullar birey oldu, uyurgezerler uyandı, üstün
adalete keskin eleştiriler getirildi, isim isim, öykü öykü adaletsizlikler yurdu tüm ihtişamıyla resmedildi, batsın bu dünya tadında
sistem yerden yere vuruldu. Ama 41 bin esasında sıfıra eşit değildi. İşte o gerçek burada görüldü. Ne sonradan açılan vicdan, ne AİHM anıştırmaları, ne adalet vurguları
yaprak kıpırdatmadı. Çünkü yıllardır 41 binlere karşı takınılan üç
maymun tavrı tüm bu kendi içinde çok kıymetli kavramların en yüksek perdeden dile getirilişini, hep arkasında bir
hesap arayarak dinledi. Ve aranan şey kolayca bulundu: Cephe savaşında kullanılan birer enstrümandı sadece. Etkisi olmadı. O yüzden medyatik bir kampanyaya dönüşen
Tuncay Özkan’ın durumu Arınç’ı falan etkiledi belki ama genel vicdanı pas geçti. Medyanın matematiğine ters olsa da genel, 1’den daha büyük olan 41 binlere karşı yılların susuşunu unutmadı.
SANDIK GELECEK DERTLER BİTECEK!
Şimdi sanırsınız yönetenler ve yönetecekler bu adaletsizlikler yurdunda iyiye doğru yeni bir faz açmak için yarışıyor. Referandumlaşacağız. Evet ya da hayır denince dertler bitecek. Öyle diyorlar. Evet cephesi de ret cephesi de oyun renginin etkisini hep adalete yapılan vurguyla anlatıyorlar.
Başbakan ağlayacak kadar yapaylaşıyor, muhalefet lideri Uzanlaşacak kadar ucuzundan popülistleşiyor, diğerleri her ikisiyle de yarışacak kadar cevval. Hoş, söyledikleri bir şey yok ama yine de biz lisanı halden anlıyoruz ki çok yaman bir dönüm noktasındayız. İyi olmalı.
AMA...
Ama bu arada rakamlar hala insana dönüşmüş değil, orada öylece rakamlıklarıyla duruyor. Ölüm sıra bekliyor. Boş muhabbete müebbet, adalete hasret memleketi ise her zamanki gibi, her geçen gün biraz daha sefilleşiyor. ‘Oy’un rengi ne olur bilinmez ama şu açık ki, bu yaman oyun sefillikte gerçekten level atlıyor.