Havuzlu villada siyasetin sonu


Kemal Kılıçdaroğlu’nun genel başkan seçildiği günleri hatırlayalım... Beklendiği gibi medya CHP yelkenlerini ölçüsüz bir rüzgarla şişiriyor ve yeni genel başkana imajlardan imaj beğeniliyordu. Gandi Kemal mi, halkçı Kemal mi, vatandaş Kemal mi yoksa Ecevit Kemal mi olsaydı acaba? Yoksa hepsi birden mi? Bugün görüyoruz ki hepsinden birkaç parça. Duruma göre bazen Gandi, bazen Ecevit... Kılıçdaroğlu gibi bir başarı öyküsünden gelmeyen politikacılar için seçilecek imaj önemlidir. Gerçek bir başarının üretmediği imajı hayal ve benzetme yoluyla yaratmak ustalık ister. Doğru bir seçimle; hele arkanızda böylesine benzersiz bir partizan medya desteği varsa seçmen tabanınızı da inandırabilirsiniz. Nitekim öyle de oldu... Kılıçdaroğlu’nun kariyerindeki tek üst düzey görev olan SSK Genel Müdürlüğü tam bir felakettir ama bu onun biraz Gandi biraz Ecevit ve bolca da halkçı bir genel başkan olmasına mani değildir. Hatta SSK’yı ölçüsüz zararlara duçar etmekle tam da 70’li yıllar popülizminin en yağlı tarafından halkçılığı fazlasıyla hak etmektedir. Sonuçta herkesten almış işçi ve memur emeklisine vermiştir. Kim bu halkçı paylaşıma itiraz edebilir? Bu halkçı yönetim anlayışının kaçınılmaz sonucu, önümüzdeki 50 yılda ülkenin sırtına binecek 1 trilyon Dolar’a yakın yükü çocuklarımız, torunlarımız ödeyecektir! Varsın onlar da Kılıçdaroğlu’nun partisine oy vermesinler. Çalışıp parayı ödesinler de... Kabul edelim, Baykal’la kıyaslandığında yüksek bir miting performansı vardır. Vardır da ne söylemektedir ona bakalım. Türkiye’nin mevcut ekonomik, siyasal performansını aşacak, dış politikadaki çizgisini daha da yukarılara taşıyacak ve genel olarak da vizyonunu değiştirecek birşeyler söylüyor mu? Din-devlet ilişkileri, Kürt sorunu, Alevilerin problemleri gibi temel problem alanlarında zihinleri harekete geçiren bir cümlesi var mı? Uzatmayalım, yok. Olmaması bir yana, yoksulluğu yenme adına diline pelesenk ettiği sığ jargon referans alınırsa ana meselelere dair muhtemel performansı fazlasıyla endişe vericidir. Üsluplu, efendi bir siyasetçi havasıyla gelip birkaç günde en galiz sözlerin adamı haline gelen bir genel başkandan söz ediyoruz. Ülkedeki havuzlu villa maliklerinin büyük çoğunluğunun oy verdiği sosyolojik olarak ispatlanmış bir partinin genel başkanı olarak Başbakan’ın kiralık havuzlu villasını diline dolayan bir siyasetçiden söz ediyoruz. Kendisinin de bir havuzlu villaya sahip olduğunun anlaşılmasıyla durumu daha da trajik hal alan bir siyasetçiden... Kürt ve Alevi olduğu halde her iki kelimeyi de ağzına alamayan bir kompleksli psikoloji ile karşı karşıyayız. Siyasetin; demokraside, ekonomide, temel haklarda; hasılı vizyonda rekabete ihtiyacı vardır. Pastayı büyütmek için rekabete... Muhalefet demek iktidarı şaşırtmak ve zorlamak demektir. Kılıçdaroğlu’nun muhalefetinde iktidarı zorlayacak, şaşırtacak bir pırıltı yoktur. Dolayısıyla, siyasetteki kızışmadan Türkiye’nin hayrına bir gelişme de sözkonusu değildir. Sanılanın aksine bu yolla oy yarışında üstünlük de sağlayamamaktadır. Aksine, görmezden gelerek kurtulacağı referandumda hayır kampanyası yaparak CHP korkusunu hatırlatıp, AK Parti’yi yüzde 70’lik muhafazakar-demokrat tabanda eskisinden daha güçlü bir cazibe merkezi haline getirmiştir. Baykal’ı birkaç puan olsun geçebilme psikolojisi AK Parti’yi şimdiden genel seçimde de avantajlı duruma taşımıştır. Sorunun özü de buradadır... İktidarı vizyonunuzla zorlayamıyorsanız referandum ve seçimde de zorlayamazsınız. Hal böyle olunca ne havuz fayda eder ne de pahalı gömlek üstü kasket.
<< Önceki Haber Havuzlu villada siyasetin sonu Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER