Biz 40 derece sıcakta,
CHP lideri Kılıçdaroğlu'nun ürettiği '
havuzlu villa' polemikleri ile uğraşırken ABD'de ilginç şeyler oluyor.
Cuma günü Türk medyasına da yansıdı. ABD
Dışişleri Bakanlığı, üst düzey katılımla '
Türkiye' konulu bir toplantı düzenledi.
Bakanlık sözcüsü
Mark Toner 'kurum içi toplantı' deyip ısrarlı sorulara
cevap vermedi ama Türk-
Amerikan ilişkilerini bilenler bu durumun pek hayra alamet olmadığını düşünüyor.
Şöyle ki...
Amerikan
Dışişleri Bakanlığı'nın 8. katında sadece bakana tahsisli bir kafeterya var. Orada kritik toplantılar yapılır. 12
Mart 1997'de yapılan toplantı da bunlardan birisiydi.
Bernard Lewis, Richard Perle, Paul Wolfowitz, Dennis Ross,
Henri Barkey ve Alan Makovsky gibi isimler Türkiye'yi tartıştı.
Dönenim bakanı Madeleine Albright başkanlığında yapılan
beyin fırtınası sonucunda bir cümlelik bir değerlendirme çıktı: "
Askeri
darbe yoluyla olmaksızın
Erbakan hükümeti gitmelidir."
Bugün geriye dönüp baktığımızda, bir cumartesi günü
ABD Dışişleri Bakanlığı'nın 8. katında yapılan toplantıdan çıkan o bir cümlenin Türkiye'de nelere mal olduğu daha iyi anlaşılıyor.
Türkiye, 'bin yıl sürecek' denilen 28
Şubat sürecini yaşadı.
Erbakan hükümeti darbe olmaksızın düşürüldü. Hatta o dönemlerde, '1997 Haziran'ında yapılacak bir darbeyi' ABD Dışişleri bakanının telefonla önlediği bile konuşulmuştu.
Normal şartlarda ABD gibi
ülkelerin dışişleri
bakanlıklarında bu tip 'beyin fırtınası toplantıları' yapılır. Bu açıdan fazlaca komplocu olmaya gerek yok.
Ama yaşadığımız tecrübeler biraz düşündürüyor.
Geçtiğimiz perşembe yapılan toplantının da 'ilginç bir şekilde duyurulması' önemli. Çünkü rutin bir toplantıysa duyurulmasına gerek de yoktu.
Fakat hem duyurup hem de içeriğe ait bilgi verilmemiş olmasını not etmek şart.
Herkes de biliyor ki ABD'nin başkentinde etkili bir
Yahudi lobisi var. Politikaları belirlemede oldukça mahirler.
Bilinen bir başka gerçekte Washington'daki 'Davutoğlu ve Fidan rahatsızlığı.' Türk
Dışişleri Bakanı gösterdiği performans ve izlediği
politika sebebiyle Washington'da rahatsızlık nedeni.
Aynı şekilde Hakan Fidan'ın MİT'in başına geçmesi ciddi anlamda
eleştiri konusu yapıldı.
Hatta şunu not edelim: ABD'ye giden her
AK Parti heyetine bu açıkça hissettirildi. Hatta Mavi
Marmara olayı sonrası ABD'ye giden heyete "Her şey tamam da MİT'in başına Hakan Fidan'ı atamak da nereden çıktı" dendi.
Davutoğlu ve Fidan gibi 'milli' yönleri öne çıkan ve politikalarının temelini bu özellikleri oluşturan isimlerin ABD'de rahatsızlık oluşturması normal.
Sonuçta Türkiye AK Parti
iktidarında belirlenen politikaları uygulayan değil kendi politikasını uygulamaya çalışan bir ülke rolüne soyundu. Doğru ya da yanlış, eksikleri var ya da yok...
Ama Türkiye'nin izlediği politika ve gösterdiği performansın
okyanus ötesinde rahatsızlık oluşturması
sürpriz değil.
O yüzden '8. kat toplantıları'na dikkat etmekte fayda var.
Seçim yapmayı beceremeyen Türkiye
Şunun şurasında sandığa az bir zaman kaldı ama skandallar, tartışmalar bitmiyor.
Muhalefet oyunu iktidar partisinin sahasına yıktı ve
Anayasa paketi dışındaki her şeyi konuşuyoruz. Kolayca
evet alacak bir paket
bıçak sırtı hale geldi.
Fakat ortada somut bir gerçek daha var.
Türkiye yine
seçim yapmayı beceremiyor.
Küflü paslı
tahta sandıklar, kartondan kabinler, mükerrer oylar,
parmak boyamalar...
İşin şeklini bir kenara bırakın, YSK vatandaşın anayasal hakkını bile kullandırtamıyor.
Her seçimde bir T.C. kimlik numarası sorunu baş gösteriyor. Yetmezmiş gibi bir de
tayin krizi çıktı.
Düşünün, devlet memurusunuz, tayininiz çıkıyor. Fakat YSK diyor ki: "Siz oy kullanamazsınız."
Bu kararın meali şu: 39 bin polis, 61 bin öğretmen ve 45 bin asker oy kullanamayacak. Eşleri, çocukları da eklenince yüz binlerce kişi anayasal hakkından mahrum.
Oysa bir genelgelik işi var. Çünkü tayin olanlar, mevcut
seçmen bilgi kâğıtlarıyla gittikleri yerde oy kullanabilirler.
Sonuçta bu
yerel seçim değil kimin nerede oy kullandığının bir anlamı da yok.
Tercih mühründeki 'Evet' yazısını muhalefet istedi diye jet bir kararla ve milyonlarca liralık masrafı göze alarak değiştiren YSK yüz binlerce memurun
oy kullanma hakkını elinden alıyor.
İşin kötüsü, YSK'nın memurlar konusundaki
tercihinin 'siyasi' olduğu dile getiriliyor.
İktidar sorunun farkında değilmiş gibi davranıyor. YSK'ya talimat verecek hali yok ama çözüm için de bastırmıyor.
Havalimanları da ayrı bir sorun.
Yurtdışı uçuşlarına açık havalimanlarının bazılarında -mesela
Samsun- oy kullanmak mümkün değil. Oysa geçen seçimde de bu konu
gündem olmuş, YSK 'hallederiz' demişti.
Dünya internet üzerinden oy kullanmayı yaygınlaştırırken biz eski usul seçimi bile beceremiyoruz