"
Kültür" olgusunu işin içine katmadan başarıyı tanımlamak zor ama dün Yılmaz Özdil'in açtığı yoldan gidip bu konuda iki laf edeyim.
Yılmaz Özdil dün "Obama Harvard,
İngiltere Başbakanı
Oxford bizimki ise üniversite sınavında ancak 106 bine girebilmiş" diyerek çaktırmadan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a ve
AK Partili bakanlara çaktı.
Bu konuda söylenecek çok söz var.
Demirel İTÜ'lüydü.
Ecevit Robertli.
Erbakan İTÜ'lü.
Özal İTÜ'lü.
Çiller Boğaziçili.
Mesut Yılmaz Ankara Siyasallı.
Baykal Ankara Hukuklu.
Hepsi de %1'lik dilimdendi.
Yani iyi eğitim alan çocuklarımızdan
siyasete girenlerdi.
Ne yaptılar? Ya da bir şeyleri yapamadılar ki 2002'de AK Parti
iktidar oldu!
Bugün
Marmara İktisadi ve Ticari Akademili Erdoğan "tüm zamanlardaki lider rakiplerine" kök söktürüyor.
Ankara İktisadi ve Ticari Akademili Bahçeli koçlar gibi
Milliyetçi kaleyi koruyor.
Yine Ankara İktisadi ve Ticari Akademili Kılıçdaroğlu CHP'nin başında, %1'lik dilimden üniversiteye giren Baykal'dan daha iyi performans gösteriyor.
Kimse halkın zamanında daha iyi eğitimlilere Türkiye'yi yönetmek üzere şans vermediğini söyleyemez!
Sorun asla halkta değil!
Yetkiyi alıp aldığı eğitimin hakkını veremeyenler de!
Çünkü "Liderlik, karizma, sorun çözme yetenekleri" sadece "üst düzey" okullarda eğitim almakla ilgili bir şey değil!
Hem öyle olsa niye her fırsatta bazıları TSK'yı göreve davet etsinler değil mi?
Demek ki bu çağda da pekala askeri akademilerden de "lider" olarak çıkıp
ülke yönetimine
aday olunabiliyor!
Aslında Yılmaz Özdil soruyu şöyle sorsa daha iyi olurdu:
ABD
Genelkurmay Başkanı General
Michael Mullen da askeri okul mezunu, İngiltere
Genelkurmay Başkanı General Sir David Richards da... Bizim Genelkurmay Başkanı da...
Niye onlar her fırsatta ülkeyi yönetmeye talip olmuyorlar da bizimkiler oluyorlar!
Bu arada İngiltere Genelkurmay Başkanı Sir David Richard'ın Cardiff
Üniversitesi'nden "siyaset ve ekonomi"
lisans derecesi var.
Belki de asıl
tartışma şu olmalı:
Genelkurmay başkanlarının askeri eğitim öncesinde
sivil bir lisans eğitiminden geçmeleri "
teamül" olmaz mı?
Yüzüm Kızardı...
Dün
Sabah telefonum çaldı. Gazetenin
Reklam Bölümü'nden
Suat. "Hocam ne yaptınız?" dedi.
"Ne yapmışım?" dedim.
"Ee biz son kampanyada TOYOTA ile çalıştııık..."
Bir an "Nasıl yani?" oldum, sonra Suat'ın söylediklerinden yurtdışındayken bizim gazetedeki TOYOTA reklamını görmediğimi anladım. Ve dün yazdıklarım konusunda önce yüzüm kızardı.
Sonra TOYOTA'ya içimden "Bravo!" çektim. Demek ki TOYOTA'da Halkla İlişkiler-Reklam ilişkisi son derece çağdaş bir kafayla tanımlanıyor. İkisi birbirine karıştırılmıyor. Gerçekten Bravo.
Bugün TOYOTA'nın CEO'su Ali
Haydar Bozkurt'u yine de bizim "gaz pedalı özür" işini konuşmak için arayacağım. Tatmin edici bir yanıtı alıp bu konuyu artık noktalamak istiyorum. TOYOTA markası ile olan "bilişsel çelişkimi" ortadan kaldırmam lazım. Çelişki ile yaşanmıyor.
Not: Pazar günü yazdığım yazının son paragrafında yanlışlıkla "
Ali Haydar Bey" yerine "Ali Haydar" yazılmış, düzeltir özür dilerim.
Çekirgelik
"Cehaletle deha arasındaki gerçek fark dehanın sınırlarının olması cehaletinse hiçbir sınırının olmamasıdır." (W. Goldberg)