Referanduma doğru düşündüren bir tablo var. Yan yana gelmeleri asla mümkün görünmeyen partiler,
sivil toplum kuruluşları "hayır" için birlikte çalışıyorlar:
CHP, MHP, DP, DSP,
İşçi Partisi,
Türkiye Komünist Partisi (TKP),
Haydar Baş'ın genel başkanı olduğu
Bağımsız Türkiye Partisi (BTP), Yurt Partisi Genel Başkanı
Sadettin Tantan, DİSK, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği,
Yargıçlar ve
Savcılar Birliği (
YARSAV),
Cumhuriyet mitinglerinin etkin katılımcılarından Cumhuriyet Kadınları Derneği ve
Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD), Halkevleri. Son olarak da yol kesip "hayır" için insanları; silahla, öldürmekle, köylerini yakmakla tehdit eden
PKK... Bir de "hayır" demeyi göze alamadığı için seçmeni sandığa gitmemeye zorlayan BDP... Listeyi çoğaltmak mümkün.
Bu listeyi, "gördünüz mü, kimlerle kimler kol kola" demeye getirmek için asla yapmadım. Evet demek ne kadar demokratik hak ise hayır demek de o kadar demokratik bir haktır.
Hayır diyenlerin de,
evet diyenlerin de kendilerine göre haklı gerekçeleri var.
Birlikte hayır fotoğrafında görünenlerin ortak noktası,
AK Parti iktidarının sona ermesi. Ama bu
seçim değil ki,
referandum. Bir defa burada bir tutarsızlık var. Fakat siyasî
hesap belli. Hayır çıkarsa, AK Parti yıpranır diye düşünüyorlar.
Evet diyenler ise meselenin siyasi olmadığını, vesayetin zayıflayacağını,
demokratikleşmenin güçleneceğini söylüyorlar. Ben, "evet" diyenlerdenim. Ben de, dünyanın geldiği noktada, toplumdaki demokratikleşme şuuruyla, 80 yıllık statükonun devam edemeyeceğini, artık askerî vesayetin sona ermesi gerektiğini düşünüyorum. Bu hem devletin, hem askerin, hem siyasetin hem de ülkenin yararına tek çıkış yolu... Ama bunun kolay olmayacağını da biliyorum. Yerleşmiş, darbelerle
tahkim edilmiş, hele hele malûm medya sayesinde, kozmik adamlar sayesinde ince ince dokunmuş bir sistemin, bugünden yarına tersyüz olacağını kimse hayal etmesin. En az 5-6 yılımızı alır
demokrasi yokuşunun bitmesi. İşte referandum, yokuştan sonraki ilk düzlüktür. Evet çıkması halinde, demokratikleşmenin heyecanı, kararlılığı, şevki, rüzgârı devam edecektir.
"Hayır" denmesini isteyenleri sorguladığım bir husus var. Sorguluyorum, çünkü "hayır" diyenlerin topluca sustukları, hiç üzerine gitmedikleri, görmezden geldikleri bir yer var. Son örneğini 27
Nisan 2007 muhtırasında gördüğümüz, askerin demokrasiye müdahale etmekten vaçgeçmemesi,
Ergenekon davasının yargı süreci,
Balyoz davası,
Deniz Kuvvetleri içinde
amirallere şantaj için kurulan
fuhuş çetelerinin varlığı,
intihar eden subayların sır ölümleri,
Danıştay saldırısı... Uğur Mumcu'nun, Abdi İpekçi'nin, Savcı Doğan Öz'ün, Hrant Dink'in katillerinin yakalanmaması... Neden bu konularda vurdumduymazlar? "Hayır"cılar, bu konuları yüksek sesle neden konuşmuyor, ciddi olarak neden sorgulamıyorlar?
Yine, Hantepe'de askerlerimizin şehit edilmesini saniye saniye gösteren Heronlara rağmen, evlatlarımızın yardımına gidilmemesi, vurulan PKK'lılar için "bizimkiler" diyen subayların varlığı,
Dağlıca,
Aktütün,
Sarıyayla gibi, önceden ihbar edilen karakollara baskınların önlenememesi, TSK komuta kademesinin bütün bunlar karşısında hâlâ susması, "hayır"cıları hiç ırgalamıyor... Hâlbuki TSK, bu milletin en önemli kurumlarından biri. Ve çok büyük bir sorunla karşı karşıya... Bu suskunluk izah edilebilir mi? Taşınabilir mi? TSK, şeffaf olmadığı, kamuoyunu bilgilendirmediği sürece, yıpranmayı durduramaz ve güven problemini çözmeyi başaramaz. Ordumuza en büyük kötülük de budur.
Evet ya da hayır, siyasi bir
tercih değildir. Hayır, artan kutuplaşmanın derinleşmesi ve kavganın büyümesi demektir. Cuntacıların elinin güçlenmesi demektir. Hayır, ters rüzgârdır.
Kürt sorununun, yine kuvvete dayanarak çözülmesinin yoludur. Hayır, şiddete davettir...
Evet ise gerilimin düşmesi, kavganın yatışması, demokratikleşmenin güç toplayarak devam etmesidir. Evet, barışa, huzura, uzlaşmaya davettir...