Kavramların iğdiş edildiği ve bizzat iğdiş edenler tarafından yüzü gözü darmadağın edilerek tekrar tedavüle sokulup, netice beklendiği bir
ülkede yaşıyoruz. Hemen iki taze örnekle açıklayayım ki, sıkıntı olmasın.
Mahkeme geçen gün haklarında
tutuklama kararı olan komutanlar için bir karar verdi. Aslında
mahkeme ilk başta o kararı vermiyordu ama bazı üyeler tatile, tatilde olanlar da mahkemeye gönderilerek alındı. Ve şöyle tuhaf bir karar çıktı: 'Sanıkların kaçma ihtimali olmadığı için...' Halbuki hakkında karar verilen sanıklar zaten kaçak durumundaydı. Böylelikle
Ergenekon'un medyadaki leşkerlerinin 'çağrıldılar da gitmediler mi?' tezi de tümden çökmüş oluyordu; ancak 'kaçakların kaçmaması' gibi bir tuhaf durum yine bizim yargıya has bir güzellik olarak tarihe geçti.
Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar!
Aslında kararı veren hâkimlerin geçmişte aldıkları kararları buraya yazarsam mesele daha netleşir ama bugünkü konumuz bu değil. Sevgili okur sen artık biliyorsun kimin, kimi, niye salacağını...
Medyadaki Ergenekon'u sulandırma ve bulandırma çetesinin şöyle bir taktiği var: İddianamelerdeki yanlışları, hataları bulup bazen abartarak, çoğu zaman çarpıtarak, nadiren de haklı olarak önümüze koyuyor ve davanın tamamının saçma olduğuna inandırmak istiyorlar bizi. Onlara göre, iddianamede yer alan bir yanlış tüm doğruları götürebiliyor!
Yine aynı güruhun ısrarla bize kabul ettirmek istediği bir palavra daha var. (Yanlış
algı demek isterdim ama maalesef bu kadar masum değil bu iş.) Diyorlar ki, 'Rövanşist hislerle hareket ediyorsunuz. Bunların tamamı 28 Şubat'ın intikamı...'
Andıç medyasının sıklıkla kullandığı en büyük yalanlardan biridir bu. Bir kere bu kesim 'intikam' ile '
adalet' kavramları arasındaki farkı bilmedikleri gibi, bilinçli bir
zihin yönlendirmesi yapmaya çabalıyor. Adaletin yerini bulmasını istemek farklı, intikam almaya çalışmak farklı bir şeydir... Tıpkı yargıdaki kadrolaşmadan rahatsız olup, 'bu
sistem ve düzen değişmeli, bu isimler gitmeli' diyenlere, 'Siz kendi yargınızı kurmak istiyorsunuz' şeklinde atılan iftiralar gibi.
Ne münasebet... Şahsen belirteyim, benim talebim tamamen tarafsız, vicdanlı, insaflı, adil bir yargıdır. Herhangi bir yargıcın, savcının hangi mezhepten oluşuyla ilgilenmiyorum ben, mezhebi bir
seçim kriteri olarak kullananlar ve daha sonra bunu bir karar kriterine dönüştürenlerle sorunum var. Yoksa 5
vakit namazlı da olsa, ağzından salavat-ı ecmaini de düşürmese, kadrocu, insafsız, taraflı
yargıç istemiyoruz, onlara da en az bugünküler kadar karşıyız. Mecusi de olsa, ateist de olsa, agnostik de olsa, vicdanı olan ve kararını başka şeyler karşılığı pazarlamayan bir yargıya hasretiz. Elbette bu işi namusuyla yapanlara en ufak bir sözümüz yok.
Şimdi böylesi bir kadrolaşmaya, yapılanmaya karşı olmak, intikamcı olmak mı demek? Bugünkü
yandaş, yoldaş yargının değişmesini talep etmek, kendi yandaşlarımızı mı lanse etmek demek?
Tekrarlıyorum: Ne münasebet!
İşini gücünü bırakıp internet andıcıyla uğraşıp, esnafı, orta gelirliyi fişlemeyi askerlik sananlara karşı olmak 'Kendi komutanlarını yerleştiriyorlar' mı demektir? Yoksa, inancı, düşüncesi, dünya görüşü ne olursa olsun, aklı başında, donanımlı ve orduyu daha ileri götürecek bir komutanı' talep etmek midir?
Bundan dolayıdır ki, içi boşaltılıp kevgire dönüştürülen kavramları, kelimeleri kullanarak üzerimize gelen Ergenekon muhiplerine bir kez daha hatırlatırız: Mesele, sizin gibi en ufak menfaati için kararlarını, makamlarını değiştirmeyecek insanları arayıp bulmaktır. Siz ve sizin gibilerin suyun başını tutmadığı bir ülke, hiçbir şey yapmasa bile, gelişecektir, ilerleyecektir...