Herkeste bir telaş, bir telaş. “Hala
Genelkurmay Başkanlığı ve
Kara Kuvvetleri Komutanlığı koltukları boş; n’apııcaaz şimdi” diye el oğuşturuyor,
bıyık dişliyor sinirinden bir sürü insan.
Bakınız; her şeyden önce bu koltuklar boş falan değil. Boşalacak,
emeklilik nedeniyle!
Ne zaman? Ay sonunda.
Burada insanları “tarifsiz kederlere boğan” seçilmişlerin dizginleri ele elması.
Bunu defalarca, sayısız insan düşündü; kimi söyledi, kimi yazdı:
Dünyanın gelişmiş olarak kabul ettiğiniz ve de demokrasiyle yönetilen hiçbir
ülkesinde
terfilerini ve atamalarını bir başına yapan bir ordu yok.
Örneğin, ABD’de tuğgeneralliğe terfi edeceklerin listesi Başkan’a sunulur. Başkan, Kara, Hava ya da Deniz Kuvvetlerinden sorumlu Bakan ve Savunma Bakanıyla oturur, listeyi inceler ve o listedeki kişiler arasından
seçim yapar.
Kimi zaman da kendisi, listede olmayan bir albaya, yıldızı takar. Buna karşı çıkmak,
itiraz etmek, ya da orduya
hakaret ediliyor demek kimsenin aklından bile geçmez. Çünkü silahlı kuvvetlerin komutanı halkın oylarıyla seçilen başkandır. Türkiye’de de ordunun baş komutanı Cumhurbaşkanı’dır. Yani bir seçilmiştir.
Peki Türkiye’de niye herkes heyecanlanıyor Genelkurmay’ın önerileri seçilmişlerce geri çevrilince? Çünkü biz demokrasiyi hala ne tam anlamıyla uyguluyoruz ne de anlayabiliyoruz. Bu salt TSK’yla ilgili değil. Darbe anayasasına değiştirilmesine karşı çıkmamızın da kökeninde bu yatıyor.
Devletin kestiği
parmak acımaz gibi garip ve çağdışı bir anlayışla, aşırı vergilere, oturduğumuz
kent yollarının köstebek yuvasına çevrilmesine, vurdum duymaz memurların bizi itip kakmasına neden direnmediğimizi, karşı çıkmadığımızı, bir araya gelip
sivil toplum kuruluşlarına katılmadığımızı düşünün hele!
Belçika’da,
et fiyatları artınca ev hanımları, ellerinde tencereleriyle marketlerin önünde zincirler oluşturuyor. Hem kendileri et almıyor hem de kimseye aldırmıyor. Ve bir süre sonra et fiyatları düşüyor. Bu, “civil disobedience” yani sivil başkaldırıdır. Böyle bir şey var mı Türkiye’de? Yok!
Demokrasilerde de bireyin oyu her şeyin üstünde ve ötesindedir. Aldığı oylarla
iktidara gelenler, sevseniz de sevmeseniz de, ulus adına yetkili kılınmıştır. Buna inanmadığınız ya da bunu kabul etmediğiniz zaman, “İlla da benim oy verdiğim parti ülkeyi yönetecek... O parti iktidar olmadıkça, ülke batmıştır...
İrtica hortlamıştır... Diktatörlük kapıdadır diye naralar atarım” diyorsanız, demokrasiye inancınız yok demektir.
Bakınız, konu ne olursa olsun, “Efendim teamüller... Gelenekler... Alışkanlıklar...” gibi safsatalara demokrasilerde yer yoktur!
İzmir emekliler cenneti olmuş
Karşıyaka’ya yolum düştü geçenlerde. Bakkala uğradım. Emekli
subaymış. Oturduk sohbet ettik, çay içtik birlikte:
“İzmir’e geldim, emekli olunca.” “İzmir’le bir bağlantınız var mıydı? Yani eşiniz... Akrabalarınız...”
“Yoktu Aziz Bey. İzmir’i seçmemizin nedeni, her şeyin
İstanbul,
Ankara hatta başka kentlere oranla çok daha
ucuz olması. Örneğin
ev kiraları, neredeyse İstanbul’un üçte biri... Yiyecek de öyle. Sonra nezih bir şehir. Hargür yok. Sakin, sessiz, keyifli. Yazları
denize girecek dünya kadar yer var. Kışları iliklerinize kadar donmuyorsunuz... Yalnız İzmir’e emekli olduktan sonra taşınacaksınız...”
“Neden?” “Çünkü iş yok...
Sanayi yok doğru dürüst... Gençseniz başka bir kenti seçeceksiniz.”
Emekli subay “dostumun” söylediklerini başka İzmir’lilerle de konuştum. Hemen hemen herkes aynı fikirde. İzmir, kendine iş arayan gençlere göre bir kent değil. Belirli bir geliriniz varsa, İzmir yaşanılası bir yer gerçekten.
Ancak İzmir’in bir başka sorunu var ki, büyük kent belediyesiyle ilgili, gerçekten akıllara zarar. Rahmetli Ah
met Priştina’dan sonra, İzmir’de, büyük kent anlamında, belediyecilik bitmiş. Herkes Aziz Kocaoğlu’na oy verdiğine bin pişman. Taş taş üstüne koymamasını bir yana bırakın, İzmir’de korkunç bir
trafik karmaşası yaratmış. Cadde bir gün başka yönde trafiğe kapalı, ertesi gün başka yönde. Caddeler kazılıyor, göçük oluyor,
işçi ölüyor, yaralanıyor... Yol trafiğe kapatılıyor. Ve kapalı kalıyor! Peki bu kazıların sebebi ne? Yıllardan beri yapılan ama bir
arpa boyu ilerleyemeyen metro. Niye yapılamamış metro bunca yıldır? Hükümetmiş sorumlusu! Benim bildiğim metro yapımı, ta
Yüksel Çakmur’un belediye başkanlığı döneminde başlamıştı! Üzerinden onlarca yıl geçti; hala olduğu gibi duruyor! Yani bütün hükümetler, Çakmur’dan bu yana, iktidara gelen CHP’lisi, DSP’lisi, DYP’lisi de mi el vermemiş İzmir’e?
İzmir Büyükşehir böyle döküledursun, Karşıyaka Belediyesi harikalar yaratıyor.
Tertemiz, pırıl pırıl, her türlü belediyecilik hizmetinin yapıldığı bir ilçe. Parti aynı parti; yani CHP’li iki belediye başkanı da. Ama biri işine dört elle sarılmış, diğeri ne yapacağını bile bilemez halde, İzmir’lilere göre.