Nisa Sûresi'nin 65.
ayetinde "
Hayır öyle değil; Rabb'ine andolsun, aralarında çekiştikleri şeylerde seni
hakem kılıp sonra senin verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça, imân etmiş olmazlar." buyrulur.
Ayetin kuvvetli vurgusuna göre, insanlar arasında vuku bulacak ihtilaflarda Hz. Peygamber'in (sas) hakem
tayin edilmesi emredilmektedir. Söz konusu ihtilaflar "(şecer)" sıradan şeyler değil, dallanıp budaklanan, sarpa saran ve duruma göre çatışmalara yol açabilecek potansiyele sahip olan ihtilaflardır. Böyle durumlarda Hz. Peygamber'in hakem tayin edilmesi gerekmektedir ki, ayetin indiği ortamda bu hükmün muhatabı o günkü insanlardı. Bugün ise bizleriz. Hz. Peygamber aramızda olmadığına göre, ayet zımnen Kur'an'ı açıklayan bir kaynak olarak ihtilafların çözümünde Sünnet'e göndermede bulunmaktadır. Hz. Peygamber'e itaat ve ittiba birinci şarttır. İkincisi, Hz. Peygamber'in verdiği bir hükümden hiçbir kuşku ve sıkıntı duymamaktır. Üçüncüsü, verdiği bir hükme tam bir huls-u kalb ile teslim olmaktır ki; bunun anlamı sadece görünürde (zahiren) değil, vicdanen de hükmünü kabul etmek gerekir. Aksi halde tam iman tahakkuk etmiş olmayacak.
"Tam teslimiyet"in iki anlamı var: Biri, adil vasfına güven duyduğumuz kimsenin vereceği karara teslimiyet, diğeri adaletin kendisine teslimiyet. Bu konuda hiç kimse Allah'ın Rasulü'nden (sas) daha adil değildi. O taraf tutmaz, kimseyi kayırmaz ve bir konuya tam vukufiyet sağlamadan hüküm vermezdi. Öncelikle şahsiyetinin bu yönüne teslimiyet esastır ki,
peygamber olmanın zaten gereği budur. Diğeri, adalete ve hakkaniyete teslim olmaktan daha mutluluk ve huzur verici bir şey olamaz, çünkü bu sayede hak sahipleri haklarını elde eder, vicdanlar rahatlar ve ahirete görülecek hesaplar kalmaz.
Hz. Peygamber (sas) elbette bir beşerdir. Yer, içer, hastalanır, dış dünyanın şartlarından etkilenir. Ancak seçilmiş özel bir şahsiyettir. O'nu seçen yüce Allah'tır, bu yüzden tabii ve zaruri olarak öncelikli itaat da Allah'adır. Böyle olmakla beraber "Peygamber'e (sas) de itaat edilmesi" istenmesinin anlamı, vahyle gelen mesajın gündelik hayata uygulanırken, ete kemiğe bürünürken bunu bir beşerin gerçekleştirmesidir. Yani bizim içimizden çıkan, bizim dilimizi konuşan, bizim gibi beşeri vasıfları olan bir insan. Allah'ın ilmi bir aklın, faaliyet gösteren ve kapasitesi olan bir zihnin ürünü değildir. İnsan bilgisini ya geçmişten tevarüs eder, ya bir başkasından öğrenir, ya aklederek (akli) bilgi sahibi olur veya
deney ve gözlemde bulunur ya da derin iç murakabe ve mücahede sonucunda kalbinde bazı bilgiler açığa çıkar. Peygamber de bir beşer olarak bu süreçlerin hepsini kullanır. Ama peygamber fazladan korunmuştur,
küçük ölçekli yanılmalara düşecek olsa -zelle- ona müdahale edilmektedir. Vahyi alıp tecrübe ederken hikmeti en üst seviyede gerçekleştirmektedir.
Diğer bütün insanların akli güçleri sınırlıdır, O ise aklını vahyin kaynağı ile beslemiş, takviye etmiştir. Razi'nin zikrine göre, işte böyle bir
akıl ümmetin aklıyla birleştiğinde, yani peygamberin aklına göre ümmet aklettiğinde toplam akıl güçlenir ve bu ortak akıl olarak ortaya çıkmış olur. Bu akılla yollar aydınlanır, sırlar çözülür, gözler ve tabiat üzerindeki perdeler açılır. Ümmetin ortak aklı ilim adamlarının; başka bir ifadeyle bilgide rusuh kazanmış, marifette üst tabakalara tırmanabilmiş seçkin insanların ortak görüş ve kanaatlerinde tecelli eder. Böylece "Allah'a itaat, Peygamber'e itaat ve Ulu'l-emr'e itaat (4/Nisa, 59. ayet)" temelinde zaman içinde tabii olarak ortaya çıkan sorunların, vuku bulan bireysel ve toplumsal ihtilafların çözümü için bireysel akıl yürütmelere (kıyas) sağlam bir zemin hazırlanmış olur. Bu
İslam tefekkürünün ve fıkhının diğer beşeri havzalarda eşine rastlanmayan belirgin özelliklerinden biridir. Hayatın ana çerçevesini Peygamber Sireti, sosyal hayatın çok yönlü alanlarını Peygamber Sünneti ve epistemolojik dünyayı Peygamber Hikmeti belirlediğinde Allah'a itaat gerçekleşmiş olur.