Türkiye tarihi günler yaşıyor. İlk kez bir Yüksek
Askeri
Şura toplantısı sonuçlanamadı.
Önceki gün
akşam saatlerinde 'Tamam, artık
kriz bitti' demiştik ki krizin büyüğü dün öğleden sonra geldi. Hükümetin Kara Kuvvetleri'ne atamayı düşündüğü
Org. Atilla
Işık emeklilik talebinde bulundu.
Böylece bitti denilen kriz daha büyük ve karmaşık hale geldi. Çünkü Işık'ın atama denkleminden çıkması her şeyi altüst etti.
Bundan sonra neler olabileceğine geçmeden 1-4
Ağustos tarihlerinde yapılan ve tarihe geçmeyi garantilemiş YAŞ toplantısını özetleyelim.
Daha toplantılar başlamadan gerilim had safhaya çıktı. Çünkü
Genelkurmay ile
Başbakanlık arasında kesin görüş ayrılıkları vardı.
Bu denkleme Cumhurbaşkanı'nın da '
Balyoz sanıkları ve
Hasan Iğsız önüme gelmesin' mealli görüşü de eklenince esaslı bir krizin sinyali daha temmuzun son günlerinde alınmıştı.
Bir de İstanbul'dan gelen Balyoz sanıklarına tutuklama haberi olaya tuz biber ekti.
Beklendiği gibi de oldu. YAŞ toplantıları çetin
müzakereler ve restleşmelere sahne oldu. Önceki yıllarda sadece yarım gün toplantılara katılan Başbakan Erdoğan 4 gün boyunca bütün programını YAŞ'a ayırdı.
Kulislere yansıdığı şekliyle,
İlker Başbuğ, 'kendinden sonraki yapıyı şekillendirme' konusunda oldukça kararlıydı.
Bu amaçla Hasan Iğsız'ı Kara Kuvvetleri'ne, Aslan
Güner'i de Jandarma'ya atatmaya çalıştı.
Fakat hem Başbakan Erdoğan'ın hem de Cumhurbaşkanı Gül'ün Iğsız konusundaki rezervi biliniyor. Çünkü Iğsız'la ilgili 'sağlam bir dosya'ya sahipler.
Dolayısıyla karşılıklı restleşme 4 gün boyunca sürdü. Asker direttikçe
sivil irade de diretti. Hatta bu arada Başbuğ ve komuta kademesinin
istifa resti çektiği biliniyor. Fakat istifa restinin bile çözüm getirmediği görülünce Hasan Iğsız'ın adının yazılı olduğu
teklif Başbakan'a sunuldu.
Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül'ün de imzalamadığı
kararname de Hasan Iğsız'ın adı Başbakan tarafından çizildi ve kararnameler eksik çıktı. Hem Balyoz sanıkları
terfi edemedi hem Iğsız, Kara Kuvvetleri'ne çıkamadı.
Bu açıdan bakıldığında aslında her şey hukuka uygun gerçekleşti. Anormal olan, hükümetin hukuki yetkisini kullanmasının 'kriz' olarak algılanmasıydı.
Dün sabah itibarıyla
Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un istifası bile beklendi. Çünkü KKK'nın atanabilmesi için Genelkurmay Başkanı'nın önermesi gerekiyordu. Fakat Başbuğ'un Iğsız dışında bir ismi önermeyeceği konuşuldu.
Kara Kuvvetleri'ne 27 Ağustos'a kadar bir atama yapılmayacağı bekleniyordu. Güçlü senaryoya göre '26 Ağustos'ta Başbuğ görevi
Koşaner'e devreder, yeni
komutan da Kara Kuvvetleri'ne Işık'ı önerir'di.
Fakat dün
Atilla Işık'ın emekliliğini istemesi her şeyi karıştırdı. Çünkü Başbuğ'un bu hamlesi açıkça hükümete karşı bir rest. Kulislerde, Başbuğ'un Iğsız'ın önünü açmak için 4 gün boyunca Atilla Işık'a istifa
baskısı yaptığı konuşuluyordu. Görünen o ki o baskı 5. gün sonuç verdi.
Kulislere göre Başbuğ'un bu hamlesinin arkasında yatan strateji şu: Eğer Atilla Işık denklemden düşerse Jandarma'ya atanan
Necdet Özel onun yerine gelebilir.
Bu durumda Özel'in Genelkurmay başkanı olması ihtimali kalkar.
Karargâh'ın havasını iyi bilenler Başbuğ'un Koşaner sonrasında
Aslan Güner ve onu takiben de yakın çalışma ekibinden Bekir Kalyoncu'nun önünü açıp silsileyi Koşaner-Güner ve Kalyoncu şekline sokmaya çalıştığını söylüyorlar.
Aslında bütün bu sürecin ilginç bir sonucu da var. Çünkü hükümetin yaptığı şey aslında kanunla kendine verilen yetkiyi kullanmak.
Fakat bugüne kadar asker, '
teamül' diyerek
kanuni olmayan bir hakkı kullandı ve bu
kural haline geldi. İlk kez seçilmiş hükümetin oyuna müdahil olmasıyla kriz patlak verdi.
Yani yetkisini kullanan Başbakan'a karşı 'İmtiyazımı vermem' diyen bir anlayış söz konusu.
Peki, bu saatten sonra ne olur? Ortada ciddi bir kriz olduğu kesin. Fakat Başbakan ve Cumhurbaşkanı'nın son dakikada gelen bu reste karşı geri adım olarak adlandırılabilecek bir girişimde bulunmasını beklememek lazım.
O yüzden her türlü sürprize hazır olalım.