İnsansız hava taşıtı Heronların görüntülerini kamuoyuyla paylaşan personeli bulmak için
Genelkurmay Askerî Savcılığı
soruşturma başlatmış.
30 ayrı birimde çalışanların evleri ve hatta yakınları
arama ve
sorgu kapsamındaymış. 'Heronları düşürün' diyen subayları soruşturmada 3 yıldır mesafe alamayan; Çukurca'da kendi mayınımızla şehit ettiğimiz erlerle ilgili
sivil savcılığın
havale ettiği
dosya hakkında açıklama bile yapamayan askerî
savcılık, demek ki istenirse epey hızlı olabiliyormuş! Umarız hız almışken diğer dosyalara da bakmayı
ihmal etmezler. Etmezler de, Karargâh'ın önünde
basın açıklaması yapmasına dahi izin verilmeyen gözü
yaşlı ailelerin acıları bir nebze dindirilir.
Halk, bu görüntüleri bilgisayar oyunu veya macera filmi gibi izleyip gereğini yerine getirmeyenleri merak ederken, askerî savcılığın 'kim sızdırdı'ya odaklanması acı veriyor. Kimse, askerî sır kavramının arkasına saklanmasın. Dünkü gazetelerde yer alan iki haber bu kavramın da içinin ne kadar boşaltıldığını gösterdi. İstanbul'da çökertilen
fuhuş çetesinde askerî sır niteliğinde
belge ve krokiler ele geçirildi. Diğer haberde ise
Org.neral
Hasan Iğsız'ın savcı ve hâkimlerin girmesine izin vermediği Birinci
Ordu Kozmik Oda'sından iki bilgisayarın çalındığı anlatılıyordu. 17 haneli şifreyle girilen odadaki bilgisayarlarda çok önemli bilgiler ve kriptolama sistemleri bulunuyor. Söz konusu bilgisayarları çalanı bulmak daha kolay, ama bugüne kadar herhangi bir girişimden haberimiz olmadı.
Normal şartlarda istihbarata karşı koyma ve sızmaları önleme, güvenliğin en önemli boyutlarından biri. Hayati kurumlardaki her türlü sızma soruşturulmalı. Ancak hepsinden önce medyanın gündeme getirdiği iddiaların üzerine gidilmeli. Gerçekten 30 ayrı birim
terörist saldırıyı canlı yayında izledi ve kimse kılını kıpırdatmadıysa asıl bunun hesabı sorulmalı. Ve bu bilgiyi kamuoyunun dikkatine sunan kişi bulunup ödüllendirilmeli. Zira bu bir sırrın değil, ihmalin belki de
ihanetin ifşasıdır. Kariyerini hatta hayatını riske sokarak görüntüleri medyaya ulaştıranlara ancak minnet ve şükran duygularımızı ifade edebiliriz. Ne yani 'kol kırılır yen içinde kalır' mantığı devam mı etseydi?
Gediktepe,
Hantepe, bilmem ne tepe diye sıralanıp giden ve yüreklere ateş düşüren saldırılara yenileri mi eklenmeliydi?
Genelkurmay Başkanı Org.
İlker Başbuğ, Hasan Iğsız ve
Balyoz sanıklarının rütbeleri için verdiği mücadeleyi, o gariban çocukların
yaşam hakkı için de gösterseydi, 'meçhul subaylar'a ihtiyaç kalmazdı.
Buradan gündemdeki diğer konulara da paralellik kurabiliriz.
Anayasa paketindeki en önemli kalemlerden biri askerî yargının görev ve yetkilerini düzenleyen 145. maddedeki değişiklikler. Hem askerî yargının alanı daraltılıyor hem de hakimlik teminatı getirilerek emir komuta zinciri dışına taşınıyor. 28
Şubat darbesinin sembol davasında Emniyet
İstihbarat Daire Başkanı
Bülent Orakoğlu ve
polis memuru Kadir Sarmusak'a
beraat veren hâkimlerin başına gelenleri hatırlayalım. Genelkurmay
Adli Müşaviri
Tuğgeneral Erdal Şenel'in baskılarına maruz kalan heyetin iki üyesi sürgüne gönderilirken, bir üyesi eşi başörtülü olduğu gerekçesiyle YAŞ'ta ordudan atılmıştı. Örnekleri daha da çoğaltabiliriz.
Diğer konu da Yüksek Askerî Şûra'da sivil otoritenin patronajını ilan etmesinin zarureti.
Başbakan Tayyip Erdoğan'ın anayasa ve kanunlardan aldığı yetkileri kullanması, askerin
doğal sınırlarına çekilmesini sonuç verecek. Son günlerde yaşadıklarımız bunun ne kadar önemli olduğunu gösterdi. Şayet hükümet ilkeli durmasaydı, konuştuğumuz ihmallerde (umarız ihanet değildir) adı geçen komutanlar bile rütbe almış olacaktı. Millete hesabı veren, faturayı ödeyen sivil otoritenin kararı da vermesini öngören çağdaş uygulamaya bir adım daha yaklaşmış olduk. 'Siviller askerlerin işine karışmasın' diyen
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu'nun referandumda 'hayır' demesi ne kadar münasip düşüyor, değil mi!.