Bu benzetme hoşuma gidiyor. Meteorologlar “cumulonimbus” adı veriyor bu dev bulutlara. Dikeyine oluşmuş devasa bulutlar bunlar. Çok büyük olduklarından dolayı da çok yavaş hareket ederler. Bütün o yavaşlıklarına rağmen içlerinde inanılmaz hızlı ve şiddetli olaylar olur. Wikipedia’nın verdiği bilgilere göre “içinde 30,000 C ısılı ve yüz binlerce wattlık elektrik enerjili şimşeklerle saatte 260 km’yi bulan rüzgârlar var”.
Bu bulutlarda maddenin üç hali aynı anda birlikte görülebilir. Bir yerde buz su halini alırken, bir başka yerde su buharlaşıyor olabilir. Ya da tersi. Yani inanılmaz bir geçişlilik ve
kaos hali sergilerler içlerinde.
Bu benzetme hoşuma gidiyor, çünkü
Türkiye’nin değişimi ile bu “cumulonimbus” bulutları arasında bir yakınlık buluyorum ben. Özellikle AKP’nin iktidara geldiği 2002’den bu yana yaşanan değişim yavaş gibi görünse de içinde inanılmaz çatışmalarla yürüyor. Bu çatışmaların temel ekseninde
Ergenekon davası olsa da en sonuncuları, alınmış bulunan
referandum kararı ile bugünlerde toplanan YAŞ toplantıları var.
Nitekim bu kaos halinin son örneği de bu toplantılarda yaşanıyor.
Ergenekon davasıyla ilişkili soruşturulan generallerle
Başbakan ve Cumhurbaşkanı aynı masada oturuyorlar. Buzun ve suyun birlikte olma hali gibi.
Bu değişim sürecini AKP büyük ölçüde yalnız başına sürdürüyor. Referandum kararı ve YAŞ toplantılarındaki tutumu esasında mevcut
vesayet rejiminin alanını tümüyle kaldırmasa da daraltacağı açık. Bunun
toplumun
özgürlük alanını genişletecek bir hamle olacağı da...
Ülkenin en geniş “
mağdur” kesimlerinden olan “İslami kesimin” temsilcisi olarak AKP bu değişimin başını çekerken aslında değiştirmeye çalıştığı rejimden de etkileniyor. Bazı bakımlardan ona benzeyen huylar da ediniyor. Nitekim anayasa değişikliklerini oluşturma sürecindeki tutumu da YAŞ toplantılarında aldığı tavır da bu çerçevede sorunlar içeriyor. Bulutun “sağ” tarafında durum bu.
Türkiye adlı “cumulonimbus” bulutunun “sol” tarafında ise kaotik durumlar daha da vahim. Referandum kararıyla birlikte bu tarafta öyle derin bir yarık açıldı ki “sol”un yeniden tanımlanmasını bile gerektiriyor.
Bu karar, sol’un uzunca bir zamandır gölgede kalmış olan Cumhuriyetçi temellerini tetikledi ve gölgenin daha da aydınlanmasını sağladı. Kendilerini tanımlamak için “sosyalist” ya da “komünist” lafını kullansalar bile bu karar onların Cumhuriyet’in “milliyetçi” ve “laikçi” değerlerinden kopamadıklarını su yüzüne çıkardı.
Yarığın diğer tarafında ise EDP, yani
Eşitlik ve Demokrasi Partisi, adının da ima ettiği gibi eşitlik ve
demokrasi vurgusuyla yeni bir sol
siyaset önermek üzere siyasete adım attı. Referanduma “
evet” diyerek de özgüvenli bir duruş sergiledi. Benzer bir tavır DSİP’den ve bağımsız duruşu olan bireylerden geldi. Şu günlerde ayrılıklar ve birleşmeler bu cenahta hala devam etmekte. Tıpkı “cumulonimbus” bulutunun içindekilere benzer biçimde.
Bu değişim sürecin nasıl gelişeceğini bilmesek de yeni bir siyaset alanının oluşmakta olduğu kesin. Bu siyaset alanın ise “demokrasi”, “özgürlük” ve “ eşitlik” taleplerinin daha fazla konu olacağı bir siyaset alanı olacağı da...
Bu çerçeveden bakınca AKP’nin vesayet rejiminin değişimindeki çabasının bu yeni alanda bir başarı ima etmesi onun büyük ölçüde kendisinin temsil ettiği toplum kesimleri dışındaki kesimlerin yeni taleplerini de ne ölçüde taşıyıp taşımayacağına bağlı. Şimdiye dek sergilediği performanstan ise AKP’nin tereddütlü, çekingen ve eksik demokrat tavrı bu yeni siyasi alanı doldurmakta zorlanacağını göstermekte.
O nedenle de toplumdaki vesayetçi kurumların gölgeleri kalktıkça sol siyasetin üzerindeki gölgeler de kalkmakta ve toplum birçok bakımdan “normal” bir toplum olmakta.
Bu yeni toplumdaki yeni siyasetlerin başarıları ise toplumun mağdur kesimlerinin taleplerini ne ölçüde daha yüksek bir demokrasi çıtasında birleştireceklerine bağlı. Bu çabada sol’un da iddialı bir siyaset üretebileceği solun içindeki bugünün gelişmelerinden anlaşılıyor.