12
Eylül 1980 ile
12 Eylül 2010 arasında 30 sene var. 1980 ile 2010 arasında ortak nokta "12 Eylül günü"dür. 30 sene önce 12 Eylül'de askerler yönetime el koymuş, kanlı bir
darbe yapmıştı. Darbeye zemin hazırlayan süreçte 5 bin insan hayatını kaybetmişti ki, sabah öldürülen
ülkücü ile
akşam öldürülen solcuya sıkılan kurşunlar aynı silahtan çıkıyordu.
Benim hafızamda 12 Eylül, önümüzdeki kısmî anayasa değişikliğinin yapılacağı halkoylaması yanında 30 sene önceki kanlı darbedir.
Darbeyle beraber
gözaltılar, tutuklamalar başladı. Arkasından idamlar geldi, hapishanelerde, hücrelerde işkenceler yapıldı. Genellikle solcu kesimin darbeye maruz kaldığı söylenir, ağırlıklı olarak öyle, ama ülkücü camia da ağır işkencelerden geçti. Ve İslamcılar da. Benim yattığım
Kartal Maltepe Cezaevi'nde sadece İslamcılardan müteşekkil kocaman bir koğuş vardı.
29 gün Gayrettepe'de yerin dört kat altında hücre hayatı yaşadıktan sonra, gözlerimiz bağlı ifadeleri imzalayıp
Selimiye'ye yollandık. Mahkeme bizi tutukladı. Fakat
yılbaşı olduğu için bizi birkaç gün orada tuttular. Ben 31
Aralık 1981 gününü 1 Ocak 1982'ye bağlayan gece tutuklandım. Gayrettepe ve Selimiye safahatını bir gün yazarım inşallah. Bugün Kartal-Maltepe Cezaevi'nden bahsetmek istiyorum.
Cezaevine giderken bize girişte neler yapılacağı anlatıldı. Feci şeylerdi. Girişte
demir parmaklı bir yere alındık. Rütbesinin albay veya
yarbay olduğunu sandığım komutanın gözetiminde bir
çavuş geldi, arkasında dört er vardı. Sonradan bu çavuşun Kızıltepeli -30 km. mesafeyle hemşehrim- olduğunu öğrendim. Zannedersem ismi de Salih'ti. "Soyunun" dedi. Soyunduk. Üstümüze
ocak soğuğunda bir sürahi su döktü, sonra koltuklarımızın altına elektrikli coplar yerleştirdi. Hâlâ hafızamda. "
Allah!" deyince, pis pis sırıtarak "Burada Allah yok,
peygamber izinde." diyordu. Sonra iki er koluma girdi, komutanın gözetiminde çavuş
yumruk ve tokat saymaya başladı. Sonradan öğrenecektim, tamı tamına 60 yumruk. Ben beşinci darbeden sonra hiçbir şey hissetmedim. Bir çayırlıkta geziniyorum, etrafımda ırmaklar, ağaçlar, rengârenk çiçekler, hayvanlar vardı. Bir huriler eksikti sanki.
Sabah ezanında gözümü açtım. Bir er ağzıma su koyuyordu, yerlerdeydim, etrafımda su birikintileri vardı: "Abi" dedi, "Ben
Manisa İmam Hatip mezunuyum, seni çok fena ettiler, ecrin olur." Yavaşça ranzanın üzerine aldı. Vücudum simsiyahtı. Az sonra cezaevi komutanı geldi ve bana "Birazdan revire çıkacaksın, sakın dayak yediğini söyleme, daha fena olur."dedi. "Tamam." dedim. Saat 9'da revire götürdüler, doktor anladığım kadarıyla solcuydu. Vücuduma baktı. Bir
küfür sallayıp "Seni haşat etmişler." dedi ve ekledi: "Kardeşim, belli ki ağır işkence ve dayaktan geçmişsin, ama sana bir şey yapamam. Sana iki tüp merhem vereceğim, arkadaşların vücuduna sürsünler, 5 gün de
rapor yazacağım, eğitime çıkmazsın." Teşekkür ettim. Eğitimden muaf tutulmak büyük nimetti. Çünkü eğitim sırasında "
Atatürk ilkeleri"ni saydırıyorlar, sıralamayı nasıl yaparsanız yapın, cahil asker "yanlış sıraladın" diye size yarım saat girişiyor. Talimatı böyle almıştı çünkü.
12 Eylül'de kaç defa evim arandı, bütün eşyalar, yorgan,
yastık hallaç pamuğu gibi atıldı. Kitaplarım, arşivim gitti.
Şimdi
12 Eylül 1980'de bunları yaşamış biri, 12 Eylül 2010'da "hayır" der mi? Kısmî anayasa değişikliğinin yetersizliğini, eksiğini gediğini eleştirmek başka, "hayır" demek başka. Benim dört sebebim var:
a) Yukarıda küçücük bölümünü anlattığım üzere 12 Eylül 1980 askerî rejiminin mağduruyum.
b)
Balyoz Darbe Planı'nda öldürülecek 19 yazar arasında yer alıyorum. Önümüzdeki süreçte davaya mağdurlar olarak müdahil olacağız. Balyoz Darbe Planı'nın mantığı 12 Eylül darbesine çok benziyor, bence her zaman darbe yapmak isteyenler olabilir.
c) İlk defa siviller kısmî bir değişiklik yapıyorlar, yetmese de bir gelişmedir.
d)
Hayırcı cephenin hak, hukuk ve özgürlükler konusundaki tutarlılığından ve samimiyetinden emin değilim. O cephede görünmeyi kendime yakıştıramam.