Eğer bir bilim dalında uzman değilseniz, sizin gibi olmayanları da kendi koşullarınız açısından değerlendirirsiniz.
Mesela doktor değilseniz size hastalığını anlatan bir kişiye kendi sağlık koşullarınıza uygun çözümler önerirsiniz.
Her başı ağrıyana midesinde
ülser var mı diye sormadan
asprin verirsiniz.
Başınız açıksa, başı kapalı olanların neden başlarını örttüklerine bakmadan "Bu çağda böyle giyinilir mi" diye
hesap sorarsınız.
Geçenlerde başı örtülü ve başı açık iki kadının tartışmalarına
tanık oldum.
Başı açık olan başı örtülü olanı "Bu sıcak yaz gününde bu
giysiler sizi rahatsız etmiyor mu?.. Her sabah saçınızı
siyah örtüyle bastırıp üstüne de
türban dolamak eziyeti çekilir mi" benzeri sorularla sıkıştırıyordu.
Başı örtülü olan da "Bu yüksek topuklarla
kaldırım taşlarına takıla takıla yürümek sizi rahatsız etmiyor mu?.. Açık vermemek için otururken, araçtan inerken,
rüzgar eserken ve hemen her durumda eteğinizi bastırmaya çalışmak rahatsız edici değil mi" diye benzer sorularla
cevap veriyordu kendisini sorgulayan kadına.
Anlamaya çalışma çabası
Sonunda ikisi de kendilerine benzemeyenlerde rahatsızlık verici olarak gördükleri durumların, çevreden, geleneklerden, inançlardan, modadan, çeşitli bireysel ve toplumsal etkilerden kaynaklandığının farkına vardılar.
Gerçekten de yüksek topuklu
ayakkabı kadar kadının rahatını ve
vücut sağlığını zorlayan bir şey nasıl olur da vazgeçilmez bir giysi konumunda kalır?
Ama bütün kadınların topuklu ayakkabı giydikleri ve böylece daha
çekici göründükleri bir ortamda, siz nasıl tek başınıza düz ayakkabı ile bulunabilirsiniz?
Ya da geleneksel
aile ve çevre baskısını başörtüsü ile aşıp evinizden dış dünyaya açılmak imkânı bulabildiğiniz durumda, başınızın örtülü olmasının rahatsız ediciliğini sorgulayanlara "Senin koşulların benimkilerden farklı" demekten başka ne yapabilirsiniz?
Başı örtülü bir
üniversite mezunu uzman mı, başı açık bir cahil mi
moderniteye daha yakındır?
Kendisi gibi olmayanları kendi koşulları açısından değerlendirip anlamaya çalışmak sadece başı açıklarla başı örtülüler arasında söz konusu değil.
Askerler ve siviller
Biz siviller askerleri, askerler de biz sivilleri böyle anlamaya çalışmıyor muyuz?
Yapı Kredi Yayınları'ndan çıkan ve gazeteci arkadaşımız
Ergin Konuksever'in yayına hazırladığı "Bir Darbeci Subayın Anıları" kitabını okurken, benim dünyamın dışındaki bir dünyanın koşulları hakkında yine fikir edindim.
27 Mayıs'a dayanan gelişmelerin içinde bulunan ve daha sonra
Talat Aydemir darbeleri dolayısıyla hapse de mahkûm olan rahmetli
emekli Albay Adnan Çelikoğlu'nun (1919-2002) anılarından bir bölümü aktarayım.
"-İsmet
İnönü Cumhurbaşkanı olduktan sonra ilk ziyaretlerinden birini
Harp Okulu'na yaptı... Birinci ve ikinci sınıfları
spor salonuna topladılar. Şimdi hatırımda kalan bahsettiği iki konu var.
-Ben
cumhurbaşkanı olarak şehir içinde otomobille giderken
trafik polisinin işaretlerine uyarım.
-Biz kabadayı arkadaşlarımızın savaşta siperlerden çıkamadıklarına tanık olduk.
İnönü'nün bu konuşması sırasında söylediği bir söz daha var ki, bu
Harp Okulu öğrencilerinin beyinlerinin en gizli yerinde saklıdır.
-Harp Okulu ikinci sınıfındaki öğrenciler cumhurbaşkanı olmaya birinci sınıftakilerden daha yakındır."
Kararlılık sarsılabilir mi?
Adnan Çelikoğlu 1950'li yılların sonunu
Milli Savunma Bakanları olan Şemi Ergin'in ve Ethem Menderes'in emir subayı olarak geçiriyor.
Bakanlara gelen cuntalara ilişkin ihbarları, önceden cuntacılara duyurup önlem almalarını sağlıyor.
Bu kitabı da siz sayın okurlarıma öneriyorum.
28
Şubat post-modern darbesi generaline Taha Akyol'un "Neden sosyologlara danışmıyorsunuz" diye sorduğunda "
Sosyologlara danışırsak kararlılığımız sarsılır" cevabını aldığını belki hatırlıyorsunuzdur.
Diyorum ki sosyolog olmasanız bile anlamaya çalıştığınız size
yabancı ortamları, o ortamların insanlarının anılarından anlayabilirsiniz.