Kamera şakası gibi bir şey:
Avrupa Atletizm Şampiyonası 100 metre engelli yarışmasında Türk atleti
Nevin Yanıt şampiyon oluverdi. Açık konuşalım, hiçbirimiz böyle güzel bir habere
hazırlıklı değildik; hazırlık ne kelime, meselâ benim haberim bile yoktu 100 metre engellide bir Türk atletinin yarışacağından, hatta daha ayıbını da
itiraf edeyim; ben bayanların da erkekler gibi 110 engelli koştuklarını sanıyordum!
Oysa ki fırsat buldukça Barcelona'daki yarışları takib ediyorum, o kadar da
Fransız değilim meseleye. Elvan'ın 10 bindeki birinciliği de güzeldi de Nevin'inki bir başka. Evvela kısa mesafe sürat yarışlarında başarı sicilimiz bomboş bir sayfadan ibaret; ikincisi Nevin, bakanlar kurulu kararıyla milli
forma giyenlerden değil;
Mersin doğumlu, Karabudun'dan 24 yaşında bir hanım kızımız.
Birinci olduğunu fark edince nasıl sevindiğini gördünüz değil mi;
evet, Anadolu'da "sevindirik olmak" diye bir tâbir vardır, öyleydi. Ayıplamak, küçümsemek için değil vallahi, Nevin kadar biz de sevindirik olduk, inanamadık çünkü kaide şöyleydi: Bizim atletler seçmelerin ilk serisine katılır, bütün atletleri önüne katıp bir güzel kovalar ama bazen
Türkiye rekoru kırarak sonuncu olmaktan kurtulamaz!
Bu defa öyle olmadı, içimizden birisi şahsi pırıltısı ve inancı ile gitti Avrupa şampiyonu oldu. Çok hoşuma gitti, maneviyatım tazelendi; ben de Nevin gibi yerimde zıplayarak sağa sola kısa sprintler atarak bu coşkuyu yaşamak istedim ama nerde?.. Halk arasında, "Soğuk fırından sıcak ekmek" derler; beklemediğimiz bir şeydi. Bu arada pek güzîde
spor, daha doğrusu
futbol basınımızın takkesi düştü, keli göründü. Açın dünün gazetelerini, balon
transfer haberleri'>transfer haberleri iki tam sayfa, Nevin'in müthiş başarısı birkaç sütun. Ben atletizmin cahiliyim ama anlaşılan işi-gücü sporu bilmek ve takib etmekten ibaret spor yöneticileri, beni cehâletimde yalnız bırakmamak nezaketini esirgememişler!
Bu beklenmedik spor başarısı şuna işaret ediyor; bir defa olan yine olur. Beşeri kaynaklarımızın altyapısında bir eksiklik yok, zihniyetin istikametini düzgün tutunca biz de pekâlâ "dünyalı" olabiliyoruz. Dünyalı olmak, bu günün standartlarına,
üretim modeline, zihniyetine katılmak için ille de şampiyon olmak gerekmiyor elbette: Babayiğit kamyonların arkasına yazılan, "Nazar etme ne olur, çalış senin de olur" vecizesi durumu özetliyor.
Nevin ciddi ve doğru çalışmış olmalı ki başardı; biz de başarabiliriz. Politik sistemimizi asırlık çapaklarından kurtarabiliriz, kendi irademizle eli-yüzü düzgün bir anayasa yazabiliriz. Gücümüzü ve dirayetimizi doğru istikamette yoğunlaştırıp, aşılmaz gibi görünen
terör belâsını, insanda "Bitmez bu
dava" hissi uyandıran
Kürt meselemizi çözebiliriz. Ümitsizliğe kapılmak mânâsız; çünkü onca terör hadisesi ve
cinayet, ümidimizi katletmek, bizi problemlerin ağırlığı altında ezilip soluksuz bırakmak için yapılıyor. Tam da toplumsal ümitsizliğin dibe vurduğu varsayılan bir noktada
Diyarbakır Belediye Başkanı'nın pek mânidar bir pişkinlikle "İki
bayrak" talebini dillendirmesi pek dikkat çekiciydi doğrusu.
Baydemir, dağdaki silahlıların sıralı cinayetlerle harlı tuttuğu bir
yıkım psikolojisinin rüzgârını ardına alarak bıkkınlığımızı fiskeliyor, "Oturup adam gibi bölünmeyi de konuşabilmeliyiz" cümleleri kuran yılgın tarafımızı kurcalıyor.
Ciddiye alınamaz, hatta aleyhine 'Üniter yapıyı yıkmaya kalkışıyor" gerekçesiyle suç duyurusunda bulunmak bile gerekmez; çünkü, gündüz külahlı gece silahlı
siyaset üslubunun sözcüsü durumundadır kendisi. Bir fikir serdetmiş olmanın haysiyetini taşımıyor;
küçük fırsatçıdır o kadar.
Evet, geçeceğiz bunları; büyük resme bakacağız. Büyük resimde şöyle yazıyor: Ev ödevini yaparken dalga geçme, alt edemeyeceğin zorluk yoktur!