Toplumdaki gerilimin izini sürerseniz
aslan payı çoğu kez merkez siyasetteki ölçüsüz tanımlamalar; olup bitenleri en yüksek kavramlarla ifade etme alışkanlığına düşer.
En sıradan olaylarda bile en ağır suçlamalar veya en ölçüsüz övgüler. Amansız bir belagat hastalığı...
Savaş hallerinde bile kullanılmayan vatan hainliği, gaflet, delalet veya vatanperverlik gibi sıfatlar gelişigüzel kullanılır oldu. Ancak marjinal internet sitelerinin dili olabilecek bir söylem siyasetin merkezine oturdu. Bazı liderlerin retoriğindeki seviye gerçekten şok edicidir. Bıkmadan usanmadan bir
ihanet ve satılmışlık tablosu çizmeye devam etmektedirler. Nasıl olsa fikri takip yok, söylenen ölçüsüz sözlerin hesabını soran yok.
Kemal Kılıçdaroğlu’nu izliyoruz...
Birkaç gündür hükümetin bir milyar dolar karşılığında Türkiye’yi ABD’ye sattığını söyledi. Malum
Dubai anlaşması... Evet aynen böyle söyledi ve o anlaşmayı Başbakan’ın yakasına yapıştıracağını da ekledi.
Büyük bir iddia değil mi?
Bunu 22 Temmuz öncesinde de söylemişlerdi ama yeniden gündeme getirilişinden bir anlam çıkartıyorsunuz ve
CHP’nin
belgeye her zaman önem vermekle maruf genel başkanının elinde bir
delil olduğunu varsayıyorsunuz.
Ama tam tersine... Anlaşılıyor ki ne böyle bir anlaşma
imzalanmış ve ne de ABD’lilerin taleplerinin kabulüne dair bir söz verilmiş. Kısa süre sonra da zaten görüşmeler de kesilmiş.
Siyasetçi belgesiz konuşmaz. Ama bu olayda mesele bu da değildir.
Siyasetçinin bilgi ve belgeden önce bir
akıl mantık süzgeci olması lazımdır.
Bir muhalefet lideri, herhangi bir hükümetin para karşılığında Türkiye’nin en hassas konuda dış
politika tercihlerini sınırlandıracak herhangi bir anlaşmaya değil imza atmak bunu mümkün görmesinin bile sözkonusu olamayacağını düşünmek zorundadır.
Böyle bir iddia kendisine getirilse bile “Durun bir dakika. O kadar da değil, burada bir yanlışlık vardır” diyebilmesi lazımdır.
Akıl var mantık var...
O akıl ve mantık çökerse geriye böyle komedi kalır.
Gelelim,
Dolmabahçe Buluşması’na.
Başbakan’la dönemin
Genelkurmay Başkanı, Başbakanlığın Dolmabahçe ofisinde görüşmüştü.
Kılıçdaroğlu, 5
Mayıs 2007’deki bu görüşmeden yola çıkarak, 27
Nisan 2007’deki e-
bildirinin bir
komplo olduğu sonucuna varıyor. Yani, Erdoğan’la
Büyükanıt anlaştı ve o bildiri ilk seçimlerde AK Parti’nin oyları artsın diye kasten kaleme alındı!
Böylesine akıl, mantık sınırlarını zorlayan bir iddia ana muhalefet liderinden geliyorsa akla yine, ortada bu iddiayı teyid eden bir belgenin varlığı geliyor.
Yoksa kim kendisini böylesine gülünç duruma sokar? Ama bazıları sokuyor işte...
Nitekim, CHP Genel Başkanı dün Milliyet’e verdiği mülakatta “Belge yok, benim yorumum” diyor.
Bu nasıl yorum
Allah aşkına?
Genel Başkan olur olmaz ilk icraat olarak partiye kabul ettiği
Kamer Genç bile yapmaz bu yorumu.
Kılıçdaroğlu, 12
Eylül referandumuna bu yorum gücüyle, bu mantıkla mı “hayır” diyor yoksa?
Siyasetçi ölçülü, dengeli ve adil olmalı. Hepsinden önemlisi de söylediği sözün, ettiği lafın akıl ve mantık süzgecinden geçmesi lazımdır.
CHP’nin heyecanlı başkanının, bir kahvehane muhabbeti tutarlılığını aşamayan siyasi iddialarını ortaya atarken bu süzgeci kullanmasında büyük fayda var.
Kullansın ki, adını taşıdığı Gandi’yi bir mizah unsuru haline getirmesin...