Demokrasinin yerleşmesinin temel koşulu askerî
vesayetin sonlandırılmasıdır.
Asker, kışlasına çekilip
yurt savunmasına odaklanacak,
siyaset de muktedir olup, ülkeyi tek başına yönetecek. Yanlış yaptığında hesabını
sandık başında verecek. Demokrasinin geliştirilmesi için şu ana değin çıkartılmış olan yasalar yamalı bohça gibi, köklü tedbirleri içermiyor. Köklü tedbirlerin alınabilmesi için parlamentoda bir mutabakatın oluşması gerekiyor. Ama bu parlamentodan,
tanık olunduğu üzere uzlaşı vs. çıkmaz. Zira Profesör Mehmet Altan’ın önceki
akşam NTV programında vurguladığı gibi, parlamento, üzerinde yapılan kısmi değişikliklere rağmen halen 1980
darbecilerinin dikte ettirdiği 1982
Anayasası’nın bir ürünü. Darbe zihniyetinin ürünü
siyasi partiler yasası ise, zaten
milletvekili adayı olabilmede parti liderlerini ve çevresindeki dar bir kadroyu tek seçici yapmış. Yani lidere rağmen milletvekili olamazsınız.
1980 darbesi öncesi çok daha adil bir
seçim sistemi varken halkın caydırıcılığını üzerinde hisseden milletvekili profili mevcuttu.
Nasıl bir parlamentomuz var ki, bir bakıyorsunuz ana muhalefet CHP’nin lideri
Kemal Kılıçdaroğlu, Anayasa paketi üzerinde Mayıs’ta Meclis’te görüşmeler yapılırken partisi hiçbir yapıcı katkıda bulunmazken paketin halkoylamasına sunulmasına az bir zaman kala askerin darbelere yasal kılıf olarak sunduğu meşhur
35. maddeyi “değiştirelim,” diye son dakika önerisi getiriyor. Anayasa paketi üzerindeki oylamalar sırasında aklınız neredeydi diye sormazlar mı adama?
Diğer yandan, 35. maddenin değişmesi ya da kaldırılması önemli ama cımbızla çekilerek yapılan değişiklikler
Türkiye’nin askerî vesayet sorununa köklü çözüm getirmiyor.
Geçenlerde, mecburi askerlik
hizmetini yapan deneyimsiz askerlerin değil özel yetiştirilmiş birliklerin konuşlandığı Hakkâri’deki karakola
PKK’nın düzenlediği saldırı sonucu 6 asker şehit olmuştu. Bu şu anlama geliyor, terörle mücadelede özel yetiştirilmiş birlikler ile dahi PKK karşısında caydırıcı olmaktan uzaklaşıyor Türkiye. Bu son derece tehlikeli bir gidişat. Bu gelişmelere son vermenin tek yolu, parlamento ve
sivil otoritenin güvenlik konularında da yetkiyi elinde toplamasıyla olur. Özel yetiştirilmiş birlikler dahi olsalar bu askerler, TSK’nın eskilere dayalı çatışma konseptleri ile faaliyet gösteriyorlar. Emir komuta zinciri, esnekliği engelliyor.
SSCB’nin dağılmasının ardından geçen 20 yılda Türkiye’nin de üyesi olduğu NATO ülkeleri, değişen tehditlere göre yeniden yapılanarak, ordularını küçültürken daha etkin hale getirdiler. TSK da yıllardır küçülmeden bahseder ama uygulamada önemli bir gelişme olmamıştır. Pek çok örnekten biri de halen yaklaşık devasa yani 1 milyon mevcudu olan TSK’daki
general kontenjanının, yani sayısının da azaltılmamış olmasıdır. TSK’daki general sayısı yaklaşık 367. Dönemin
Genelkurmay Başkanı
Orgeneral Hilmi Özkök, general kontenjanını 350’ye düşürmüş iken şimdiki
Genelkurmay Başkanı Orgeneral
İlker Başbuğ bu kontenjanı yüzde 100 kullanarak general mevcudunu 367’e çıkartmış bulunuyor.
Dolayısıyla, askerî vesayetin sonlanması için TSK’nın özerkliği diye bir kavramın bütünüyle ortadan kaldırılması ve demokratik denetiminin sağlanması gerekiyor.
Bu özerk yapı, kimi zaman kanunların üstüne çıkan yönetmeliklerle de sivil kontrolü by pass ediyor. TSK’daki yönetmelik sayısını tam bilmiyorum ama fiilen TSK’ya bağlı olan Jandarma Genel Komutanlığı’nın işleyişini düzenleyen ve neredeyse kanunların üzerine çıkan yaklaşık 500 yönetmeliğe sahip olduğunu biliyor muydunuz? Örneğin, kanunlar TSK’ya, ya da Jandarma’ya, toplumun her kesiminden insanları
fişlemeyi öngörmez ama yıllardır bu yasadışı işlem, yönetmeliklere dayandırılarak keyfi bir şekilde yapılır. Bu arada hatırlatalım, 12 Eylül’de referanduma sunulacak Anayasa değişiklik paketinde bu fişleme uygulamasını sonlandırıcı kişisel verilerin gizli tutulması maddesi de var.
TSK’nın, 1960 yılından bu yana beş kez kanlı ve kansız siyasete müdahale ettiği darbelerine yasal kılıf olarak sunduğu ve bugünlerde tartışılan TSK İç Hizmet Kanunu’nun 35. maddesinin de dayanağı oldukça sıkıntılı. Bu madde ile ilgili sıkıntı, Cumhuriyet’i koruma ve kollama görevini
tayin eden mercinin sivil siyasi otorite yerine TSK komuta heyetinin kendisinin olagelmesidir. 1960 darbesinin ardından kabul edilen İç Hizmet Kanunu, TSK’ya, Türk yurdunu ve Anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyeti’ni kollamak ve korumak görevini veriyor.
Darbe deneyimli eski Cumhurbaşkanı Süleyman
Demirel, 31
Ekim 2005 tarihinde Sabah’tan
Yavuz Donat’a verdiği demeçte, TSK’ ya darbe yetkisi veren 35. maddenin dünyanın hiçbir yerinde bulunmadığına işaret ediyordu.
Darbe zaten anayasal bir suçtur tamam ama bu darbelere sözde hukuki kılıf uyduran 35. madde gibi düzenlemeleri de parlamento ortadan kaldırmak zorunda.
Düzeltme
“Sahi Heron niye düşmüştü” başlıklı 21 7 2010 tarihli köşe yazımın birinci paragrafında geçen “uçaklar” ibaresine “helikopterler” kelimesinin de eklenmesi gerekmektedir. Yine aynı yazımın üçüncü paragrafında, “Televizyonlarda sık sık boy gösteren bir general var” cümlesine “
emekli” kelimesinin eklenmesi gerekmektedir.
Düzeltir, özür dileriz.