İşte yine aynı şey oluyor:
Yargı siyasetten "rol çalıyor."
Tam Gün Yasası'nı artık hiçbir zaman siyasi bir mesele olarak tartışamayacağız. Muayenehaneleri kapatmanın toplumsal maliyetini, öte yandan doktorların
hastaneleri "pazarlama noktası" olarak kullanmasının nasıl önüne geçeceğimizi, doktor açığımızı doktorların çalışma hürriyetine dokunmadan başka nasıl karşılayacağımızı ve buna benzer şeyleri
tartışmanın ortamı kalktı.
Çünkü ortada
Anayasa Mahkemesi'nin ve Danıştay'ın kararları var. Yani mesele "hukuki bir tartışma" konusu haline geldi. Bu demek oluyor ki, artık bu konuda tartışarak uzlaşmaktan, orta yollu çözümler bulmaktan vs. bahsedemeyiz. Zira hukuk için "iyi" ya da "kötünün iyisi" gibi kavramlar yoktur. Onun için sadece "hukuki olan" ve "hukuk dışı" olan vardır. Hukuki olanla hukuk dışı olan arasında bir uzlaşma olamayacağı için tartışmaya da oylamaya da -yani siyasete ve demokrasiye de- yer yoktur.
Dolayısıyla bundan böyle taraflar kendi fikirlerini savunabilmek için Anayasa Mahkemesi'nin kararına kendilerine göre bir yorum getirmeye çalışacak. AYM'nin ve Danıştay'ın kararlarını herkes kendine yontacak; siyasi
kavga, bu kararların yorumu üzerinden verilir hale gelecek.
Ne var ki ben bu elverişsiz koşullara rağmen bu olayı hukuki bir mesele olarak tartışmaya girmeyeceğim. Kendimce "siyasetin konusu" olarak tutmaya çalışacak ve öyle tartışmaya devam edeceğim.
X x x
Hatırlarsınız, birkaç gün önceki yazımda Tam Gün Yasası'nı eleştirirken "Bir yerde, uzun zamanda yetişen, yüksek vasıflı bir emeğin kıtlığı varsa, siz o vasfa sahip olanların çalışma saatlerini kısıtlamakta, kıtlığı azaltmış mı olursunuz, artırmış mı" diye sormuş ve temel görüşümü şöyle özetlemiştim: "Şu anda hem devlet hastanesinde hem de kendi
muayenehanesinde veya özel hastanede çalışan uzman hekimlerin çoğunun günlük mesaileri yaklaşık 12 saati buluyor. Eğer siz Tam Gün Yasası ile bu kişilerin hastane dışında çalışmasını yasaklarsanız, bütün bu doktorların günde 12 saat yerine 8 saat çalışmasına sebep olmuş olursunuz. Bu da, bu kadar değerli bir işgücünün yüzde 30 oranında kaybı demektir. İşte bu yüzde 30'luk kayıp bütün toplumun kaybıdır. Kaybedilen 4 saatlik çalışmanın nereden eksildiğinden daha önemli olan eksilmiş olmasıdır.
Meseleye bu açıdan bakıldığında, zaten kıtlığı çekilen uzman hekimleri 'ya devlet ya özel' diye sıkıştırmak yerine, onlardan maksimum fayda sağlanabilecek yollar geliştirmektir doğru olan..."
Yazıma gelen tepkiler arasında
küçük bir kısmı bu argümanla polemik yapmaktaydı. "8 saatlik hastane mesaisinden sonra üç-dört saat de kendi muayenehanesinde çalışan doktorun ertesi gün hastaneye geldiğinde yorgun ve dolayısıyla verimsiz olacağından" bahsedenler vardı örneğin. Doktorun muayenehanesinden "geçerek" hastaneye gelen hastasıyla doğrudan hastaneye gelen hastasına farklı muamele yapmasının önüne asla geçilemeyeceğini söyleyenler vardı...
Ama üzülerek söylemeliyim ki, tepkilerin büyük kısmı yukarıdakiler türünden mantıklı ve pekâlâ tartışılabilir gerekçelere dayanmıyordu. Tepkilerin çoğunluğu mantıklı değil duygusaldı ve doğrusu pek iyi duygular değildi bunlar. Kendi kaybettiğinden çok doktorların kazancına gözünü dikmişti. Hem muayenehane açan doktora hem de o muayenehanelere gitme imkânı olan kesime karşı belirgin bir kızgınlık vardı yazılanlarda. Bir tür haset duygusu... "Paracı doktorlar"dan söz ediliyordu sık sık. "Halkın sağlığı üzerinden servet yapanlar" deniliyordu. Muayenehaneciliğin "
kamu hizmeti" ve "kamu görevi" mantığıyla bağdaşmayacağı iddia
ediliyordu.
Hani neredeyse, muayenehane sahibi doktor gayrimeşru yoldan para kazanan kişi yerine konuyor, sağlık hizmetlerinin para karşılığı yapılmasını meşru görmüyordu.
Doğrusu,
Sağlık Bakanlığı'nın da Tam Gün Yasası'nı savunurken yürüttüğü propagandayı sık sık aynı söyleme kaydırdığını düşünürsek, örneğin "Doktorun elini vatandaşın cebinden çekeceğiz" gibi vahim ifadelerin bile kullanıldığını; bu ifadelerle -bir doktor okurumun mesajında dediği gibi- doktorların neredeyse
yankesici yerine konulduğunu da hatırlarsak, toplumdaki bu yaygın ideolojiye de şaşmamak gerek.
Şaşmamak ama uzlaşmadan mücadele etmek...
Sanırım bu konuda yazmaya devam edeceğim.