Mazlum edebiyatının eleştiriden muaf koltuğunun konforuna yaslanıp savaşta can bulanlar, medyada ve siyasette tekellerin kırılmaya başlamasıyla ortalığa saçılan kirli çamaşırların sahiplerini açık edenleri ihanetle suçluyorlar.
Üç maymunu oynayan ahalinin içinden cesurca sıyrılıp, statükonun devlet kanadının yediği herzeleri deşifre ederken sırtını sıvazladıkları dostlarına, bugün kendilerinin suçunu ve günahını duydukları, gördükleri ve söyledikleri için ‘işbirlikçi’ diyorlar.
Öcalan’ın bile
akıl sır erdiremediği Reşadiye saldırısının ya da bayram değil seyran değil patlayan bombaların
Kürt halkına ne faydası olduğunu sorgulamamamızı istiyorlar.
Ergenekon davasına Fırat’ın ötesine geçmediği gerekçesiyle karşı çıktıkları halde, Ergenekon’un
PKK ile olası bağlantılarına dair güçlü bir şekilde beliren emareleri konuşmamızdan rahatsızlık duyuyorlar.
BDP’ye, hiçbir maddesine karşı olmadığınızı söylediğiniz, içerisinde tüm
Türkiyeliler gibi Kürtlerin de daha demokratik bir ülkede yaşamasının yolunu açacak reformların yer aldığı
Anayasa Değişikliği Referandumu’nu nasıl boykot edersiniz, diye sorma cüreti gösterince kızıyorlar.
TSK içerisinde, PKK’nin hareketliliğini gözleyip kendilerine istihbarat sağlayan Heronların düşürülmesini isteyen subayların olduğunu halka anlatmamız gerektiğini söylüyorlar.
Günlük gazetesinden Veysi Sarısözen, cuma günkü yazımdan yaptığı alıntılamanın ardından şu satıları kaleme almış: “‘İddialı’ yazar belli ki,
psikolojik savaş çevrelerinin ‘oyununa’ gelmiş. Ve elbette bu oyuna gelmenin ne büyük bir ‘kepazelik’ olduğunun farkında bile değil... Psikolojik savaş çevreleri, yalan haber ve yorumlarla Kürt kamuoyunda tereddüt yaratmaya çalışıyorlar.”
Ardından, psikolojik savaş tiradını KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa
Karasu devralıyor:
“
Taraf gazetesi bir iki Kürt’e, bir iki liberal ve eski komüniste köşe vererek kendi yüzünü maskelemektedir... PKK’ye karşı yürüttüğü psikolojik savaş bu gazetenin önceliklerindendir.”
Dikkatinizi çekti mi bilmiyorum ama bu psikolojik savaş teranesine, muhtelif aralıklarla
Genelkurmay Başkanı
İlker Başbuğ da konuşmalarında yer verir.
General de faili meçhullerden söz ettiğimizde, PKK’lilerin cenazelerine işkence yapılmasına karşı çıktığımızda, KCK operasyonlarını eleştirdiğimizde falan çıkıp tıpkı yukarıda bahsettiğim kişiler gibi, bizi psikolojik savaşa âlet olmakla suçlar.
Ne gariptir ki, her iki tarafın da psikolojik savaşa âlet olduğunu iddia edip andıçladığı yazarlar ve gazeteciler, aralarında PKK propagandası yapmaktan tutun da 301’e varıncaya kadar onlarca davayla cebelleşirler.
Bakın, bilinen
derin devlet söylemi gibi ‘derin PKK’ olgusundan bahsetmenin yanlış olmayacağını ve PKK’nin Kürtlere yönelik
açılım politikasını tıkadığını söyleyen AB-Türkiye Parlamentosu
Eşbaşkanı Helene Flautre de “Türkiye’de
demokratikleşme süreci derinleştikçe, PKK’nın çözümün değil sorunun bir parçası olduğu kendi tabanında bile hissedilmektedir” diyor.
Merak ediyorum, Kürt halkının
demokrasi ve eşitlik mücadelesini bunca yıldır destekleyen Avrupalı solcuları ve demokratları da psikolojik savaşa âlet olmakla suçlayacak mısınız?
Gerçekten üzücü.
Bugün ülkeyi kan gölüne çeviren savaşın, mücadeleyi varlıklarını meşrulaştırmaya ve
tasfiye olmamaya indirgemiş taraflarının, psikolojik savaşa âlet olmakla suçladıkları insanlar, amasız demokrasi ve barış diyen, Kürtlerin haklarını en netameli zamanlarda bile savunmaktan çekinmemiş insanlardır.
Ancak açıkça anlaşılıyor ki, savaş baronları psikolojik savaş derken, savaşın sonlanması için verilen mücadeleden bahsediyorlar.
O halde gönül rahatlığıyla söylüyorum:
Türkiyeli ve Avrupalı sosyalistlerin-demokratların savaşın durması ve Kürt halkının da özgürleşmesi için verdikleri psikolojik savaş cephesinde ben de en ön saflardayım.