Şimdi de “savaş çıkar, rezil ol,
tiraj al” gazetecileri çıktı başımıza... Kardak kayalıkları yüzünden az kalsın savaş çıkarıyorlarmış iki
ülke arasında...
Kendileri
itiraf ediyor...
Haber müdürü olan zat,
İzmir bürosundan bir muhabiri Kardak kayalıklarına gönderip,
Yunan bayrağı yerine
Türk bayrağı diktiriyor.
Haber, genel yayın müdürünün masasına gidiyor.
Müdür, “tam sayfa
manşet çalışalım” diyor.
Kendisi de yıllar sonra genel yayın müdürlüğünü tadacak olan bir başka zat
itiraz ediyor: “Yapma abi, savaş çıkar...”
Müdürün cevabı şu: “Çıksın... İşimiz bu!”
Hakikaten de savaş çıkacaktı...
Hakikaten de üç beş başıboş keçinin yaşadığı o kayalıklar yüzünden iki ülke birbirine girecekti.
Dönemin ABD Başkanı Bill Clinton’ı gülme krizlerine sokan “Uluslararası Kardak Kayalıkları Problemi” nasıl çözüldü? Şimdi orada hangi ülkenin bayrağı dalgalanıyor? Keçilerin mülkiyeti kimde kaldı? Haklılığımızı kanıtlamak için hangi argümanları kullandık? “12 adayı Yunanistan’a verdiniz, bari burnumuzun dibindeki kayalıklar bizde kalsın... Güneybatı Akdeniz’in güvenliği... Ecdat yadigarı... Şehit kanı... Bir karış
toprak vermeyiz” filan gibi cümleler mi kurduk?
Bilmiyorum.
Bilmek de istemiyorum.
Bildiğim şu:
Sorumsuz bir gazetenin “sorumsuzca” yayınları yüzünden savaşın eşiğinden dönmüşüz... Ucuz atlatmışız...
Savaşa girseydik tüm dünyaya rezil olacaktık.
Kıbrıs konusundaki haklılığımızı kaybedecektik. Saldırganlığımız bir kez daha
tescil edilecekti. Ege üzerindeki söz söyleme hakkımız kalmayacaktı...
Belki tersi olacaktı, bilmiyorum.
Burada tartışmamız gereken husus, sorumsuz gazetenin yapıp ettikleri...
Hatırlarsanız, “Savaş çıksın... İşimiz bu!” diyen şahıs, iki yıl önce de
Kuzey Irak konusunda “dolduruşlar” yapıyordu. Kafasına uygun bir “sergerde” çıksaydı, şimdi Irak yönetimiyle papazdık... Belki de bizden hamilik bekleyen unsurlarla savaşıyorduk...
Bir galeyan haliydi ki, o kadar olur.
Gidelimmiş... Vuralımmış...
Karşımıza kim çıkarsa çıksınmış...
İsterse “müttefikimiz
Amerika” ol
sunmuş...
Kuzey Irak’ı dümdüz etmeliymişiz. Barzani’ye haddini bildirmeliymişiz... Katiller sürüsünü cesaretlendirmeden bunu bir an önce yapmalıymışız... Çünkü hepimiz askermişiz. Hepimizin içinde bir “celp” gizliymiş...
Hayır, sakin olamazmışız.
Kimse bizden, onun bunun “Serinkanlı olun”, “Aman Irak’a girmeyin” tavsiyelerine
kulak vermemizi de beklemesinmiş... Bu saatten sonra serinkanlı olamazmışız...
Böyle şeyler yazıyordu.
Gazeteci değil, stratejist.
Üstelik, “haddini aşan bir stratejist...”
Kürt meselesiyle bu kadar ilgili, terörü Barzani’nin himaye ettiği görüşünde ama “Heron” olayına hiç girmiyor, “içimizdeki hainlerle” ilgili tek satır yazmıyor.
Kardak kahramanlarına övgüler düzüyor, “Kardak kahramanlarından” aldığı mektupları faş ediyor ama bazı Kardak kahramanlarıyla ilgili
darbe ve suikast iddialarına hiç temas etmiyor.
Kardak’a inecek “
demir yumruk”tan bahsediyor, “ecdat, sınır,
bayrak edebiyatı” yapıyor ama halkın kafasına inecek “balyozları” hiç görmüyor.
Neden acaba?
Ülkeyi savaşa sokmaya azimli bu
arkadaş, bir zamanlar, “Biz Kürt komşularımızın kapılarına çarpı işareti koymadık” gibilerden şeyler yazıyordu.
İnsanın da aklına, her defasında, tavizsiz bir Türk milliyetçisi olup, Kürt evlerinin kapısına çarpı işareti koyası geliyordu...