Uyan evlat, merak etme, yolculuk bitince uyumak için fazlasıyla vaktin olacak!


JOHANNESBURG Cape Town’da, Afrika’nın sonsuz denizlere uzanan en uç noktası Ümit Burnu‘nda, Atlas Okyanusu’yla Hint Okyanusu’nun kayalıkları ne güzel dövdüğünü heyecan duyarak seyrettim. Durban‘da, Zuluların büyük kralı Shaka’nın adını taşıyan marinada, tam denizin üstündeki kahvede, Hint Okyanusu’nun çok uzaklardan koparıp getirdiği dev dalgalarla bembeyaz kumsalı köpüre köpüre nasıl istila ettiğini hayranlıkla izledim. Johannesburg’da, duru mavi göğün altında sonsuzluğa uzanan sapsarı Afrika otlaklarını gün batımında seyre dalarken içimde fırtınalar koptu. Durban’da, iki yanımızdan akıp giden şeker kamışı plantasyonlarının ya da Johannesburg’da altın madenlerinin, elmas madenlerinin dinlediğim öyküleri bana insanlığın nerelerden, ne acılar yaşayarak geçtiğine dair düşündürücü sayfalar çevirdi gözlerimin önünde. Durban’daki bir Gülen Cemaati okulunda, annesiyle babası polis olan, Khoza kabilesinden 15 yaşındaki siyah bir kız öğrencinin, Asa Bula Bula’nın, bir akşam vakti, Gülben Ergen’in ‘Giden Günlerin Şarkısı’nı dokunaklı bir sesle Türkçe okumasını dinlerken duygulandım. Durban’daki turistik bir Zulu Köyü’nde Zulu gençlerinin, kız başına 11 inekten oluşan başlık parasını da anlattıkları ‘kız tavlama töreni’nin ya da kobra ve piton yılanlı, timsahlı, zürafa, zebra ve impalalı sembolik bir safarinin zihniyet dünyamı bir anda nasıl değiştirebildiğini hissettim. Ve Güney Afrika’da oradan oraya koştururken okuduğum J.M.Coetze’nin ‘Barbarları Beklerken’ adını taşıyan (buralara gelirken sevgili Nazar Büyüm elime tutuşturmuştu) olağanüstü romanında, Güney Afrika’nın acılı geçmişi derin izler bırakarak bir film şeridi gibi gözümün önünden geçip gitti. Johannesburg’un Melrose’unda, Rose Bank’inde, Melrose Arch’ında, Güney Afrika’yı yıllardır hayat ve ticaret alanı seçmiş iyi insanlarla, Yakup’la, Fatih’le, Bülent’le, Hasan’la, Erkan’la, ya da gazeteci takımından Halil, Vedat, Emek, Ali ve Cem’le, maç koşturmacasından vakit bulup arada geçirdiğimiz hoş saatleri de belleğimin hep anımsayacağım bir köşesine not ettim. Dünya Kupası, futbol, maç derken toplam 18 gün kaldım Güney Afrika’da. Sevdim ucsuz bucaksız bu memleketi ve güzel insanlarını. Ve bir gazeteci olarak bunca yıl bu topraklara, siyah Afrika’ya bu denli uzak kalmış olmaktan dolayı da kendi kendime kızdım, hayıflandım. Bu arada itiraf edeyim: Vuvuzela sesini özleyeceğim hiç aklıma gelmezdi. Gazeteci milleti böyledir. Bir koşturmaca halinde geçer hayat onlar için. Güncel gerçeğin peşinde koştururken, hep bir yerlerden derli toplu bir şeyler toplayıp aktarmayı severler. İşleri budur belki de. Koşturmaca içinde bir şeyler yazıp çizmek... Fazla günceldir, bu nedenle bazen yüzeyseldir ama olsun, güzel bir meslektir gazetecilik... Almanya’da yapılan 2006 Dünya Kupası sırasında da meşin top peşinde bir ay koşturmuştum. Bir gün Köln’den Berlin’e gidiyordum trenle. İngiliz Daily Telegraph gazetesini karıştırırken, mesleğinde 75. yılını doldurmuş bir gazetecinin haberini okumuştum. Kutlama yemeğinde kendisine sormuşlar: “93 yaşına geldin, hala ne diye her gün bilgisayarının karşısına oturuyorsun?” O da bu soruyu, çok sevdiği bir şairden bir şeyler okuyarak yanıtlamış: Uyan evlat! Yolculuk bitince uyumak için fazlasıyla vaktin olacak (*) Haberiniz olsun, bir sonraki Dünya Kupası 2016’da, Brezilya’da. Ama unutmayın, ondan önce 2012 Avrupa Şampiyonası da Polonya’yla Ukrayna’da... İyi ki futbol var! ————————— * The Daily Telegraph, 19 Haziran 06, s.12. 93 yaşındaki duayen W.F.Deeds’in aktardığı dizeler şöyle: “Up, lad: when journey’s over, there’ll be time enough to sleep.” —————————————— İZİN DUYURUSU: Haftaya salıya buluşmak üzere iki gün izne çıkıyorum.Saygılarımla, HC
<< Önceki Haber Uyan evlat, merak etme, yolculuk bitince uyumak için fazlasıyla... Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER