Genelkurmay Askerî Savcılığı'nın kabul edilen
iddianamesi izahı zor çelişkiler ve hukukî hatalarla dolu.
Albay Dursun Çiçek'i günah keçisi ilan edip, yangının üst katlara sıçramasına engel olunduğu yazılıp çiziliyor. Savcılık, bunu başarabilmek için kıvrım kıvrım kıvranıyor.
İddianamede Albay Çiçek'in, belgeyi üstlerinden emir almadan ve kendi başına hazırlamak suretiyle, görevi kötüye kullanmak ve astlık-üstlük münasebetini zedelemek suçlarından cezalandırılması istendi.
Savcılık, Dursun Çiçek'in bile ne olduğuna tam karar verememiş. Onu amiralliğe
terfi edemediği için duyduğu kızgınlık ve kırgınlıkla 'millete
komplo' belgesini hazırlamakla suçluyor. Buna gerekçe olarak da sadece
Taraf gazetesindeki bazı ifadeler gösteriliyor. Taraf, kendine gelen belgelerin kaynağını açıklarken
Türk Silahlı Kuvvetleri'nde 'bazı uygulamalara ve YAŞ'taki terfilere tepki duyan'
subayları işaret etmişti. İddianame, gazetenin savunmasını Çiçek'e isnat edilen suça dayanak yapıyor. Çiçek, söz konusu belgeyi sızdırmakla da suçlanıyor. İhbarcı meçhul subaydan bahsederken doğrudan söylenmese bile Çiçek'in kastedildiği intibaı veriliyor. Ancak daha önemlisi ihbarcı subayın 'birçok arkadaşıyla birlikte cunta oluşumunda görev aldığı' ileri sürülüyor. Suça konu belgeye 'yazı' diyebilmek için lügatlerden
delil sunan
savcılık, herhalde cunta kelimesinin manasını biliyordur. 'Bir ülkede yönetime gayrimeşru yollardan el koymak üzere oluşturulan
ekip, çete'ye verilen ad, cunta. O halde özel
yetkili adli yargı mensubu savcıların tespitleri doğrulanmış oluyor. Görev ve yetki alanlarına girmediğinden askerî savcıların cunta
soruşturmasına yönelmemeleri doğru, ama paralel soruşturmaya atıf yapılabilir ve
dosya tefrik edilebilirdi. Bu yapılmadığı gibi, duruşmaları başlayan yargılamaya müdahale edilip, oradaki sanıklar
mağdur biçiminde gösteriliyor. Hem yakışıksız hem de hukuka aykırı bir yaklaşım. Bir mahkemenin elindeki dosyaya yüksek mahkemelerin bile müdahale hakkı yok; kaldı ki askerî savcılık...
İddianamedeki çelişkiler saymakla bitmiyor. İhbarcı subayın söylediklerinin neredeyse tamamı doğrulandıktan sonra "Normal koşullarda değil bir subayın, komuta katındaki komutanların dahi tamamına sahip olmasının mümkün olmadığı ayrıntılı bilgilere sahip olması dikkat çekmektedir." deniliyor. İki sayfa sonra ise 2007 tarihli bilgi
destek planı başlıklı belgenin sayı bölümünde yazım hatası yapıldığı ileri sürülerek "En tecrübesiz
personelin bile yapmayacağı dikkate alınarak, ihbarcının Türk Silahlı Kuvvetleri mensubu bir kişi olmayabileceği kanaati güçlenmektedir." cümlesi kuruluyor. Askeri Başsavcılığın, birinden birine karar vermesi gerekiyor. İhbarcı subay, cuntacı mı, en üst düzey komutanların ancak sahip olabileceği bilgilere sahip mi, yoksa belgedeki sayıyı bile doğru yazamayacak kadar acemi ve TSK dışından biri mi?
Savcılık, evrak
imha iddialarını da doğruluyor ama rutin bir işlem şeklinde geçiştirerek suç unsuru göremediğini kaydediyor. Şüpheli ve tanıkların ifadesi hiç de rutin işlem izlenimi vermiyor. Haberden birkaç gün sonra
sivil memurlar dâhil bütün personel evlerinden çağrılarak gece gündüz
temizlik yapılması normal karşılanabilir mi? Şüpheli generallerden biri, 'daha önce yapılması gerekirken
ihmal edildiği için biriken malzemenin bir an önce imhası sırasında,
tutanak tutulmasından sarfınazar edilmiş olabileceğini' söylüyor. Benzetmek gibi olmasın karargâhı çöp eve çevirmişler. Gece gündüz tam kadro iki günde zor temizlemiş.
SUÇ DUYURUSU:
Poyrazköy Davası sanıklarından Albay Ali Tükşen, Kardak'a giderken Zodyaklara benzini
kredi kartlarıyla koyduklarını ve aralarında para toplayarak
peynir ekmek aldıklarını anlatmış. Ya savaş gemilerinin gitmeleri gerekseydi; ona kredi kartı mı dayanır! Söyledikleri doğru ise dönemin bütün komutanlarına görevi ihmal ve TSK'nın muharebe kabiliyetine zarar vermekten
dava açılmalı. Doğru değilse, Türkşen ve arkadaşları hakkında TSK'yı
küçük düşürme ve astlık-üstlük münasebetini zedelemekten soruşturma yapılmalı.