Başbakan Tayyip Erdoğan’ın İtalyan “Etro”
marka gömlek giyen
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na gönderme yaparcasına söylediği “Ben
Bitlis üretimi
yerli Lacoste takılıyorum” ifadesine yer verdiğim son yazı, hayra vesile oldu.
Sırbistan dönüşü yazımla ilgili önemli bir
mesaj aldım. Araştırınca doğruluğunu teyit etme imkanım oldu. Böylece, Kılıçdaroğlu’nun kurultayda Karaoğlan kasketinin altına giydiği İtalyan “Etro” marka gömlekle başlayan
spor paket
alışverişin sırrı çözüldü.
Hatırlayacaksınız, Kemal Bey, twitter geyiğiyle başlayan ve gazetelerde habere dönüşen Etro gelişmesi üzerine o günlerde şöyle dedi: “Ben her ortamda ve her yerde halka doğruları söylemeyi ilke edindim. Spor
kıyafetle çıkmam uygun görüldü, biz de spor kıyafet alalım dedik. Bugün gazetelerden böyle bir gömlek markası olduğunu da öğrenmiş oldum. Gömleğin parasını da kendim kazandım, kendim ödedim. Sadece gömlek değil spor kıyafetin gerektirdiği her şeyi aldım. Ayakkabı da aldım.”
Yani, alışveriş sadece “Etro” gömlekle sınırlı değildi, paket halinde spor giyecek alışverişi yapılmıştı. Tartışmanın alevlendiği günlerde satın alınan giyeceklerin hangi marka olduğu ve fiyatları konusunda sağlıklı bilgilere ulaşamadık.
Zaman, her derde devadır. İşte gömlek, pantolon,
ceket,
ayakkabı ve kemerden oluşan spor alışveriş paketinin toplam maliyeti...
Etro Gömlek: 495 TL
Beymen Pantolon: 445 TL
Beymen Ceket 1.295 TL
Tod’s Ayakkabı: 845 TL
Moreschi Kemer: 425
Topladığınızda 3 bin 505 TL ödeme yapıldığı anlaşılıyor.
Bir de Kemal Bey’in “Kendim kazandım kendim ödedim” sözü var hafızalarda. Faturadaki isim,
Yaşar Tüzün...
Kimdir? CHP
Bilecik Millet
vekili...
Hemen aradım, “Fatura sizin isminize kesilmiş, parayı siz mi ödediniz?” diye sordum. Açık yüreklilikle “Evet” dedi.
CHP’li vekil
faturanın öyküsünü şöyle anlattı: “Sayın genel başkan alışveriş yapmıştı. Pantolonun paçası, ceketin kol boyu gibi tadilat vardı, teslimat için
Cuma gününü verdiler.
Kurultay da Cumartesi’ydi. Genel başkanın vakti olmadığı için ben teslim almaya gittim, parasını ben ödediğim için fatura adıma kesildi. Ama genel başkan daha sonra sekreteri Şükran hanıma talimat verdi, son kuruşuna kadar paramı ödediler.”
Alışveriş yapan herkes bilir, ödeme, tadilat sonrası teslimat sırasında değil, alışverişin yapıldığı ilk anda gerçekleştirilir, ardından fatura kesilir. Bedeli ödenmemiş hiçbir
ürün tadilata gönderilmez.
Bu durumda ya CHP’li vekil siyasi nezaketi gereği doğruyu söyleyemiyor ya da Kemal Bey’in özel konumu nedeniyle ayrıcalık sağlandı. Vekilin “Son kuruşuna kadar paramı ödediler” sözünü de aksi ispat oluncaya kadar doğru kabul ediyorum.
Elbette, ana muhalefet partisinin lideri, kendi tabiriyle
helal parasını istediği kıyafete yatırabilir, kimsenin de söyleyecek sözü olmaz. Burada
tartışma konusu olan, “merdiven altı” ve “
havuzlu villa” polemiğinin pahalı markalar altında başlatılmasıdır.
Bir cekete eski parayla 1 milyar 295 milyon lira öderseniz, Tod’s üstü Moreschi ve Etro karışımı fakir fukara edebiyatıyla gülünç duruma düşerseniz. Bilmem anlatabildim mi?
Alın başınıza çalın
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, 2010
Basın Özgürlüğü ödüllerini dağıttı.
Ergenekon soruşturma sürecindeki 5 bin soruşturma ve davayı, art arda sıralanan
hapis cezalarını görmezlikten gelerek, Ergenekon’u sulandırmaya çalışanı ödüllendirdi. Araya da Sedat
Ergin gibi saygın bir gazeteciyi sıkıştırdı.
Sedat Ergin’in yerinde olsam bu komediye
prim vermeyip o ödülü reddeder, “Alın başınıza çalın” derdim.
Hasan Iğsız neden yok?
Genelkurmay Askeri Savcılığı, “Islak İmza” kavgasının yaşandığı
İrtica ile Mücadele
Eylem Planı kapsamında yürüttüğü
Albay Dursun Çiçek’le ilgili soruşturmasını tamamladı, hazırladığı
iddianameyi mahkemeye sundu. 53 sayfalık iddianamede, “tek suçlu” Dursun Çiçek...
İddianameye göre; Çiçek, sözkonusu
belgeyi tek başına hazırladı, amiralliğe
terfi ettirilmediği için kızarak
Taraf Gazetesi’ne sızdırdı! Yani, komutanlarından intikam almak istedi.
Askerlik yapan veya bu mevzulara aşina herkes bilir, Genelkurmay Karargahı’nda görevli bir subayın tek başına böyle bir belge hazırlaması imkansızdır. Böyle olduğunu varsaysak bile, ıslak
imza tartışmasının doğmaması, Genelkurmay Başkanı’na kadar koruma sağlanmaması ve karargahtaki bilgisayarların silinmemesi gerekirdi.
İddianamedeki diğer önemli ayrıntı ise 3.
Ordu Komutanı Or
general Saldıray Berk’ten
Erzincan Başsavcısı
İlhan Cihaner’e kadar 14 ismin “
mağdur” listesine eklenmesidir. İlginçtir, ağustosta
Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na oturması muhtemel
1. Ordu Komutanı
Orgeneral Hasan Iğsız’ın ismi bu listede yok.
Hal böyle olunca, meçhul subayın ihbar mektuplarını hatırladım. 1.
ihbar mektubundaki şu cümle hala hafızalarda: “Sözkonusu gayri hukuki çalışmalar, TSK içindeki cunta yapılanmasının
kilit isimlerinden olan Orgeneral Hasan Iğsız’ın Genelkurmay 2. Başkanlığı döneminde hız kazanarak devam etmiştir.”
Ağustos’ta Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na oturması muhtemel General Iğsız’la ilgili çok ağır bir itham değil mi? Saldıray Berk veya
İlhan Cihaner kadar itibarı yok mu? En az onlar kadar mağdur değil mi?
O halde, neden 14 kişilik “mağdur” listesinde yok?
Ayrıca, tek suçlu olarak Dursun Çiçek’i gösteren iddianame ile meçhul subayın “önce sulandıracaklar sonra olayı Dursun Çiçek’in üzerine yıkıp üst düzey komutanlara sıçramasını engelleyecekler” iddiasına yer verdiği 2. ihbar mektubu, nasıl da benziyor birbirine değil mi?
Yine de biz şura öncesi aptala yatalım, “tesadüf” deyip geçelim. Vardır şura öncesi bir bildikleri...