Tebrikler İspanya, tebrikler Del Bosque


Sürekli okurlarımın seyrek de olsa Beşiktaş ile ilgili yazılarımdan bildikleri üzere futbola merakım vardır. Milli takım kadar tuttuğum Beşiktaş'ın evinde oynadığı maçların çoğuna giderim. Eğer isteseydim, eminim gazetemiz Zaman beni Dünya Kupası'nı izlemek ve yazmak üzere Güney Afrika'ya gönderirdi. Ne var ki futbola merakım, (maalesef) siyaset ve futbol dışında eğlence bilmeyen ortalama Türkiye Cumhuriyeti yurttaşından biraz fazla ise de, Hasan Cemal kadar değil... Türkiye katılamadığı için bu kupaya biraz küskün idiysem de, final maçlarını vakit buldukça televizyondan izledim. Siyasetle hem akademisyen, hem yorumcu olarak ilgili biri olarak, futbola öncelikle siyasi gözlüklerle bakarım. Bu nedenle favorilerim Brezilya, olmazsa Arjantin idi. Öncelikle coğrafi olarak uzak olan bu ülkeleri, siyasi olarak Türkiye'ye yakın hissettiğim için. Ama dans eder gibi oynanan futbol türüne bayıldığım için de. Üstelik Brezilya'ya ırkçılığı yenmede en ileri gitmiş ülke bellediğim için, Arjantin'e de tangoya (artı Maradona ve Messi'ye) hayranlığım dolayısıyla özel sempatim var. Siyasi gözlükle bakınca, beni en çok sevindiren takım Almanya oldu. Futbolcularının çoğunun Alman ana babadan doğmayıp, Almanlığı vatandaşlıkla kazanmış kimseler olmaları yüzünden... Almanya'nın, etnik (yani kan bağına dayalı) millet anlayışını terk edip, politik (yani vatandaşlığa bağlı) millet anlayışına doğru ilerlemiş olması, Avrupa ve dünya için büyük bir kazanç. Anadolu çocukları Mesut Özil ve Serdar Taşçı'nın Alman formasıyla boy göstermelerinden, ilkinin en başarılı on futbolcu arasına girmesinden, bütün Türkiye gibi ben de biraz gurur duydum. Ama finallerde favorim İspanya idi. Bu tercihimin de hem siyasetle hem de futbol kalitesiyle ilgili yönleri vardı. İspanya'ya sempatim var. Bunun sebebi İspanya'nın Türkiye ile birlikte, Birleşmiş Milletler örgütünün "uygarlıklar ittifakı" projesinde eşbaşkan olması değil. Ben dine ya da kültüre dayalı uygarlık, medeniyet anlayışını benimsemiyor; bütün insanlığın ortak olduğu, bütün kültürlerden beslenen tek bir çağdaş uygarlığa inanıyorum. Çağdaş uygarlık bence, demokrasi, insan hakları, hukuk devleti, azınlıklara saygı, sorunların savaşarak değil konuşarak çözülmesi siyasi ilkeleri yanında, felsefe, sanat, edebiyat, genel olarak kültür alanında verilen üstün nitelikli eserlerde ifadesini bulur. Çağdaş uygarlık ne Batı'nın, ne Doğu'nun malı; ikisinin ortak ürünüdür. Benim uygarlık anlayışım açısından ne İspanya'nın ne de Türkiye'nin tarihi temizdir. Ama ikisi de çağdaş uygarlığa katkı yapmış ülkelerdir. İspanya'nın ortaçağda Magrepli Müslümanların katkılarıyla, modern çağda Katalanlar ve Basklarla birlikte çağdaş kültüre yaptığı katkı, kıskanılacak düzeydedir. İspanya deyince hemen akla gelen isimler Cervantes, Ortega y Gasset, Unamono, Santayana, Goya, El Greco, Valezquez, Miro, Dali, Picasso, Albeniz, De Falla, Lorca, Gaudi, Bunuel, Almodovar ve de Penelope Cruz, Julio Iglesias değil midir? İspanya'ya yakınlık duymamın başta gelen politik nedeni, elbette ki, demokrasisiyle ilgili. İspanya, General Franco'nun ölümüyle Avrupa'nın en otoriter rejimlerinden birinin yıkılmasından sonra, bütün siyasi eğilimlerin bir araya gelip, konuşup uzlaşmasıyla dünyanın en özgürlükçü toplumlarından birini kurmayı başardı. Bu bağlamda bütün dünya için derslerle dolu olan bir ülke... İkinci politik nedenim ise tabii ki, iktidar ve muhalefet partileriyle İspanya'nın Türkiye'nin AB üyeliğine tam destek veriyor olması. İspanya dünya şampiyonluğunu hakkıyla kazandı. Dünyada bu denli sonuca giden ve aynı zamanda estetik futbol oynayan başka bir takım yok. Haklı bir sevinç ve gurur duyan bütün İspanya'yı ve futbolcularını candan kutluyorum. Elbette ki başarının mimarı Teknik Direktör Vicente del Bosque'yi de... Koyu taraftarı olduğum Beşiktaş kulübünün Del Bosque'nin kıymetini bilemeyişini hatırladıkça içim sızlıyor.
<< Önceki Haber Tebrikler İspanya, tebrikler Del Bosque Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER