Türkiye son günlerde iki önemli konuyu tartışıyor.
Anayasa Mahkemesinin anayasa değişikliği konusunda verdiği karar ve
Genelkurmay başkanı
İlker Başbuğ’un 3 saatlik televizyon programındaki açıklamaları.
İki konu aslında birbiriyle çok bağlantılı.
Başbuğ’un sözlerinin büyük bölümünü hayretler içinde dinledik.
Bunları konuşan kişinin Türk ordusunun başı olduğuna ihtimal vermek gerçekten zor.
Bir o kadar üzücü.
TSK’nın en tepesindeki ismin konuşmasından;
demokrasiye,
teröre, terörle mücadeleye, insan haklarına, vatandaşlığa, ırka,
devlet sırrı kavramına ilişkin bakışı hakkında çıkarımlarda bulunmak mümkün.
Başbuğ şu anda protokolde bu
ülkenin 3 numaralı ismi.
Cumhurbaşkanı en tepe konumda.
Ondan sonraki
sıralama Meclis Başkanı,
Başbakan ve ardından üçüncü olarak
Genelkurmay Başkanı.
İşte bu konumdaki bir insanın görevi boyunca TSK ile ilgili tartışmalar hiç bitmedi.
O her ne kadar “
iftira” dese de onun döneminde antidemokratik uygulamalara adı karışan subaylar Türkiye’nin gündemini hep meşgul etti.
Aslında Başbuğ dönemindeki bütün tartışmaların kökenine indiğinizde TSK içindeki bazı kesimlerin hazmedemediği “demokrasi” karşınıza çıkıyor.
Başbuğ’a lav silahına
boru dedirten de,
Islak imzalı millete
komplo belgesine kağıt parçası dedirten de,
Topraktan fışkıran ve ülkede
kaos oluşturmak için gömüldüğü iddia edilen silahlar için “gömülü silahımız yok” dedirten de,
“
Allah Allah diye taarruza geçen asker nasıl cami bombalar” dedirten de,
Kürsü yumruklatan da,
“Allah belasını versin” dedirten de,
“Lanetliyorum” diye bağırtan da hep, TSK içinde demokrasiyi, milli iradeyi, halkın seçtiğini içine sindirememiş insanların varlığıydı.
Onun döneminde ülkenin Başbakanı için askeriyede “adi başbakan” diye parola bile belirlendi.
“Darbeci barınamaz” diyen Başbuğ, adı
darbe planlarında geçenleri maalesef hep savundu, suçsuz olduklarına inandı.
Onun döneminde Karargah’ta
darbe planı belgeleri yakıldı, bilgisayarlarda
temizlik yapıldı.
Onun döneminde; darbe karşıtı, demokrasi yanlısı açıklamalar yapan devlet görevlileriyle ilgili hükümete
baskı yapıldığı hatta bir valinin görevden aldırıldığı iddia edildi.
Darbe suçundan
sanık olan komutanlarla ilgili yargıya baskı iddiaları hiç gündemden düşmedi.
Onun döneminde bir orgenerali ifadeye çağıran savcılar görevden alındı.
Bunların hepsi demokrasiyle birebir bağlantılı konulardı.
Demokrasi, yargı, asker ve terör bu ülkede birbirinden bağımsız olmayan, bir şekilde yolları hep kesişen kavramlar.
Ve hepsinin açıldığı kapı daha demokratik bir ülke.
İşte Türkiye şu anda daha demokratik bir ülke olabilmenin mücadelesini veriyor.
Terörü bitirmenin herkese daha fazla demokrasi sağlayabilmekten, ülkenin en ücra köşesine bile demokrasi götürebilmekten başka yolu olmadığı apaçık ortada.
Demokrasiyi istemeyenlerin kullandığı en kolay argüman olan terör bugünlerde yeniden azdırıldı.
Her gün şehit haberleri geliyor.
Tansiyonun; akılcı
politikalarla düşürülmesi gerektiği bir dönemde, görevi sona ermek üzere olan Genelkurmay başkanı giderayak kendini ülkeyi yöneten
sivil iradenin yerine koyarak gerilimi tetikleyecek açıklamalar yapıyor.
Darbe planlarıyla mücadele sürerken Başbuğ, polisi
hedef gösterip kurumlar arası çatışmaya zemin hazırlıyor.
Durdukları yeri, savundukları fikirleri kabul edin etmeyin bu ülkenin vatandaşları tarafından seçilmiş milletvekillerine dağı adres gösteriyor.
Başbuğ bu sözlerinin; başıboş, hayalsiz, gelecek düşüncesi ve bir şeyleri kaybetme endişesi olmayan ama yine bu ülkenin gençleri olan bir kesimin dağa çıkmalarını tetikleyeceğini düşünmüyor.
Başbuğ devletin politika olarak benimsediği demokratik açılımla kazanılmaya çalışılan Doğu ve Güney
doğu’daki gençleri sınırın dışına itiyor.
TSK içindeki
ihanet yapılanmasını deşifre edip
demokratikleşme çabalarını yeşertmeye çalışanları kanı bozuklukla, Türk kanı taşımamakla itham ediyor.
Türkiye; anayasasını değiştirip ayırımcılığın ve istismarın önüne geçen daha demokratik bir ülke olmaya çalışırken, ülkenin Genelkurmay başkanı kan üzerinden, ırk üzerinden konuşuyor.
Hepsinden de talihsizi Başbuğ; Pkk’nın şanslı bir
örgüt olduğunu söyleyerek terörle mücadeleye büyük sekte vurabileceğinin farkında olmuyor.
Kendi ordusunun en tepesindeki komutanının “Pkk şanslı bir örgüt” dediğini duyan sınırdaki askerde siz cesaret mi bırakırsınız ?
Türkiye’ye savaş açan teröristlerin kendilerince savaştıkları devletin ordusunun başındaki komutanın örgütlerine şanslı demesi Pkk’da nasıl bir moral motivasyon oluşturur sizce ?
Başbuğ’un bu sözleri askerin direncini kıracak, teröriste moral verebilecek sözler değil mi ?
Ve Başbuğ terörle ilgili “sözün bittiği yerdeyiz” diyor, Irak’ın kuzeyine askeri operasyonu ima ediyor.
Bunu kim adına söylüyor ?
Buna nasıl karar veriyor ?
Başbuğ bu açıklamasının terörün dindirilmesi için çabalayan hükümeti zor durumda bırakacağını, ülkedeki terör provokasyonlarını artıracağın düşünmüyor mu ?
Cumhurbaşkanı; Başbuğ’un sözleri üzerine, bu konuların MGK’da konuşulan ve gizli kalması gereken meseleler olduğunu söyleme ihtiyacı hissediyor.
Maalesef demokrasiye bağlılık karnesi zayıf olan Başbuğ daha demokratikleşmiş bir Türkiye çabalarına, yaptığı açıklamalarla sekte vuruyor.
Şimdi önümüzde bir
referandum var.
Başbuğ sözün bittiği yerde ama Türkiye tam tersine şimdi söz söyleme noktasında.
İşte aradaki fark bu.
Demokratikleşme konusunda Türkiye; sözün bittiği ve savaşın başlayacağı yerle; savaşın, kanın, terörün, istismarın son bulup sözün başlayacağı yol ayırımında.
Bu yüzden referandum çok önemli.
Her ne kadar
Anayasa Mahkemesi yetkisini aşıp esasa girdiyse de bu referandumda anayasa değişikliği kabul edilirse artık yargı eskisi gibi olmayacak.
Demokrasi önce yargıdan başlayacak.
Bu referandumdan kabul çıkarsa Anayasa Mahkemesi belki de bundan sonra yetkisini bir daha hiç aşmayacak.
Ve yüksek yargıdan başlayan bu demokratikleşme süreci Gediktepe’ye kadar uzanacak.
Dağa çıkmayı düşünen de, belki dağdaki de, bugüne kadar istismar edilen de, korkutulan da, demokrasinin gölgesi altında kendini güvende hissederse ancak o zaman acılar diner.
Bunun için 12
Eylül referandumu sözün başladığı yer olacak.
[email protected]