Türkiye, 12
Eylül'de sandığa gidiyor. Kaderin cilvesine bakın ki,
12 Eylül darbesinin tam 30. yılında darbecilerin hazırladığı anayasa
halk oylamasına sunuluyor. Şu ana kadar kendilerini 12 Eylül mağduru olarak tanıtan partilerin darbe anayasasını koruma tavrı gerçekten de endişe verici.
CHP ve MHP yöneticileri anayasa değişikliğine 'hayır' diyecek, BDP yöneticileriyse
referanduma katılmayacak. Yöneticiler öyle diyor ama taban kaynıyor. Gazetelerin birçoğunda ilginç sunumlarla 'hayır cephesi' haberlerine yer verildi. Gerçekten de düşündürücü bir listeydi bu: CHP, MHP, BDP,
İşçi Partisi,
YARSAV,
HSYK...
Kamuoyu bu
ittifakı asla unutmaz. Ve mutlaka sorar: "Nasıl oluyor da MHP ile BDP aynı safta yer alıyor? Nasıl oluyor da aynı ittifakın içinde Doğu Perinçek'in partisi bile yer alabilir?"
Tabii ki parti yöneticileri ile parti tabanları farklı düşünüyor. Değişen Türkiye'nin insan gerçeği başka bir
manzara sunuyor bize. O eskidendi; parti yöneticisi emredecek, o partiye oy verenler de hazır ol vaziyetinde emre
boyun eğecek. Seçim sandığından bahsetmiyoruz. Referandum bambaşka bir olgu. Referandum kültürümüz yeni oluşuyor belki. Ancak en baştan söylemek gerekiyor ki, referandumda hiçbir fert kendi iradesini bir partinin üst düzey
yönetimine rehin bırakmaz; bırakmamalı.
AK Parti yönetimi "
evet" oyu kullanacağını söyledi diye AK Parti'ye oy veren herkesin "evet" demesi gerekmediği gibi, CHP-MHP-BDP ittifak yönetimi "hayır" dedi diye bu partilere oy veren kişilerin de "hayır" oyu vermesi gerekmiyor. Önce adama sorarlar:
Anayasa değişikliğinin hangi maddesine karşı çıkıyorsunuz ki bizden "hayır" oyu vermemizi bekliyorsunuz?
"12 EYLÜL ANAYASASINI KORUMAK SİZE Mİ KALDI?"
Mesela darbe mağduru MHP tabanının, makul bir gerekçe sunmaksızın hayır kampanyası yapmak isteyen yöneticilerine soracakları keskin sorular var. Darbe anayasasını savunmaya, işkenceye uğrayan ülkücülerin hatıraları izin vermez. Mamak
Cezaevi dile gelir, vefasızlığın hesabı sorulur ve "Niçin?" sorusu yöneltilir. Bu çetin soruya muhatap olacak üst yönetim, o acıları 12 Eylül'de yaşamamış, o çileleri çekmemiş olabilir; ancak hiçbir MHP yöneticisi kendi çilekeş kitlesine, "Darbecilerin hazırladığı anayasayı yaşatmak bize kaldı!" diyemez. Her şeyi izah etse bile hiçbir MHP
yetkilisi, BDP ile aynı
tercihi niçin kullandığını açıklayamaz...
CHP için de aynı şey geçerli. Yıllardır CHP, 12 Eylül ürünü darbe anayasasının nasıl antidemokratik bir anayasa olduğunu anlatır durur. Haklıdırlar da. Atatürk'ün kurduğu CHP, sadece bir dönemde kapatılmıştır: 12 Eylül askerî darbesinde. O dönemde tutuklanan, işkenceye maruz kalan CHP'lilerin sayısını tahmin etmek mümkün değil; ancak o dönemde
hapishane görmüş CHP'lilerden bir kısmı şimdi milletvekili. Başlarını yastığa koyarken, "12 Eylül'cü bir parti olmak nasıl bir duygu" diye düşünüyorlar mı acaba? Dahası, CHP yönetimi kendi tabanına hangi gerekçeyle, "Darbe anayasası sonsuza kadar korunmalı!" diyebilir ki?
Hele,
Kürt vatandaşlarımız üzerine
siyaset yapan BDP! Şu ana kadar hep 12 Eylül karşıtı söylemlerle oy istediği insanlara hangi yüzle, "
Anayasa değişikliği referandumuna katılmayın."
mesajı verebilir! Halk demez mi, "12 Eylül döneminde
Diyarbakır Cezaevi'nde yaşananlar ne çabuk unutuldu ki şimdi 12 Eylül anayasasının müdafii haline geldik?" Zaten böyle bir mesaj veremediği için BDP sandığı boykot etmeyi düşünüyor. Neden? Çünkü şu ana kadar mağduriyet adına söyledikleri sözlerin tamamı bir kâbus gibi kendi üzerlerine çökecek ve samimiyet sınavından geçemeyecekler. Halk demeyecek mi "12 Eylül anayasasını korumak size mi kaldı?"
Medya da önemli bir sınavdan geçecek referandum sürecinde.
Partizan davranıp davranılmadığını belirleyecek en önemli gösterge; oylanacak metnin içeriğinin mi yoksa siyasi çekişmelerin ve kamplaşmaların mı ön plana çıkacak olması.
Her şey bir yana, asıl önemli olan şudur: Anayasa değişikliği siyaset üstü bir tercih ve şuur gerektiriyor. Çünkü anayasa,
demokrasimizin standartlarını doğrudan belirliyor. Bu kadar hayatî bir konuyu günlük siyasetin maskeli balosu haline getirmek ülkeye zarar vermektir. Hangi partiye sıcak bakarsa baksın her bir ferdin yapması gereken vazife şudur: Anayasa değişikliği bu ülkenin faydasına mı, zararına mı? Partizanlığı bir kenara bırakıp anayasa değişikliğinin ne getirdiğine bakmak şart. Şayet reform paketi demokrasi çıtasını yükseltiyorsa, tıkanan sistemi rahatlatıyor, temel hak ve özgürlüklere yeni kapılar açıyorsa hiçbir liderin ve partinin telkinine boyun eğmek gerekmiyor. Açıkçası, 26 maddeye baktığımda bu paketin reform mahiyeti taşıdığını görüyorum. Keşke topyekûn değişseydi anayasa; ancak o meselenin nasıl sabote edildiği de herkesin malumu. Kanaatim şu ki; her birey 26 maddeden oluşan anayasa değişikliğine bakmalı ve bu değişikliğin ülkeye kazandıracağı mesafeyi düşünmeli. Asıl olan referanduma sunulacak olan metindir; gerisi Vuvuzela...
Yüksek yargının unuttuğu büyük gerçek
Anayasa Mahkemesi (AYM) nihayet bir karar verdi ve bunu kamuoyuyla paylaştı. Neyse ki referanduma sunulacak paketin ruhunu öldürmemişlerdi. Ancak yine de Anayasa'nın kendilerine biçtiği yetkiyi aşmış; böylece Anayasa'yı ihlal etmişlerdi. 148. madde çok net bir şekilde AYM'nin esastan inceleme yapamayacağını belirtmesine rağmen onlar bu açık hükmü hiçe saydılar. Keyfîlik budur!
AYM Başkanı
Haşim Kılıç ne diyordu basın toplantısında? "Usule dair görüşelim mi diye oylama yaptık." İyi de size bu hakkı kim veriyor? Anayasa'daki açık hükmü aşarak
Meclis'in yetkisini
gasp etmek hakkını nereden alıyorsunuz? Yetki aşımı sık sık yapılıyor ve bu pervasızlık maalesef yüksek yargıyı, özellikle de AYM'yi zor durumda bırakıyor. Anayasa değişikliğine dair Mahkeme'nin yetkisini düzenleyen yasayı okuyan ilk mektep talebesi bile AYM'nin esasa girme hakkının olmadığını anlar. Koca koca adamlar bunu göremiyor mu? Gazeteciler soruyor: "Anayasa Mahkemesi bundan sonra da esasa ilişkin inceleme yapacak mı?" Soruya, "Bugün itibarıyla öyle bir şey oldu. Ama yarın ne olur onu bilemeyiz. Her olay, her değişiklik kendi şartları içerisinde değerlendirilir ve bir sonuca varılır." diye
cevap veriliyor. Yeter
Allah aşkına!
Hiçbir ülkenin 'yüce mahkemesi' bu kadar absürt işler yaparak kendini ele güne rezil etmiyor. AYM üyeleri Anayasa'ya riayet etmezse kim dinler bu Anayasa'yı? 'Esastan görüştük' diyerek iptal edilen fıkralar tam bir felaket. Denetimler o kadar gereksiz ve yetkisiz yapılıyor ki, bunları uzun uzadıya tartışmak bile bazen abesle iştigal anlamına geliyor. Tamam, AYM'yi denetleyecek başka bir yargı kurumu yok; ancak kamu vicdanı diye bir şey var. O vicdan herkesi yargılıyor ve haksızlıklara boyun eğmiyor...
Anayasa değişikliği neler getiriyor?
12 Eylül 2010'da referanduma sunulacak anayasa değişikliği paketinde HSYK'nın ve AYM'nin yapısı çok tartışıldı, daha bir süre de tartışılacak. Ancak reform paketinin içinde hem siyasî hem de günlük hayatı etkileyen çok önemli değişiklikler var. Mesela bunlardan birisi, 12 Eylül kalıntısı olan ve askerî darbeyi yapanları yargılamayı engelleyen 'geçici 15. madde'nin kaldırılması. Böylece 12 Eylül'le hesaplaşma imkânı doğmuş oluyor. Sivil alanda suç işleyen askerlerin
sivil mahkemelerde
yargılanması da Anayasa'da bir hüküm olarak belirtilecek. Ayrıca savaş dönemleri haricinde hiçbir sivil, askerî mahkemelerde yargılanamayacak. Yüksek
Askerî Şûra (YAŞ) kararları 'hukuki uygunluk' denetimine tabi tutulabilecek. Bunların yanı sıra Meclis başkanı,
Genelkurmay başkanı ve
kuvvet komutanları gibi nerelerde yargılanacağı yasalarla belirlenmemiş mevkilere Yüce Divan'da yargılanma yolu açılıyor.
Pakette toplumsal örgütlenme haklarını düzenleyen önemli değişiklikler de öngörülüyor. Memurlara ve emeklilere toplu
sözleşme hakkı geliyor. Aynı iş kolunda çalışanlara, birden fazla sendikaya üye olma hakkı tanınırken,
grev esnasındaki zararlardan da sendikalar sorumlu tutulmayacak. Ayrıca, "
Kamu Denetçiliği Kurumu" (
Ombudsmanlık) da
TBMM Başkanlığı'na bağlı olarak çalışması için düzenlenecek. Böylece idarî işlemlerin denetlenmesi sağlanacak ve idarî mahkemelerin yükü azaltılacak.
Pakette bütün vatandaşların 'temel hak ve özgürlüklerini' genişleten ve bunları anayasa koruması altına alan ayrıntılar da var. Bunlar arasında, 'kişisel bilgilerin korunması' ve yasal bir gerekçe olmaksızın soruşturulamaması gibi düzenlemeler yer alıyor. Yurtdışına çıkış yasağı ancak bir suç soruşturması nedeniyle engellenebilir hale geliyor. Devletin her türlü istismara karşı çocukları koruyucu özelliği de anayasallaşıyor.
Kadınlara pozitif ayrımcılığın anayasal dayanaklara kavuşması ile kadın-erkek eşitliğinde önemli bir adım atılmış olacak. Ayrıca çocuklar, yaşlılar, özürlüler, şehitler, gaziler ve yakınları için alınabilecek tedbirler ve uygulamalar koruma altına alınıyor.