Rahmetli büyükannem "Ben demek
şeytan işidir" derdi.
Tevazu sahibi kişilerin cümleleri "ben" ile başlamaz.
Onlar asla "Şu işi ben yaptım", "Ben olmasaydım şu işi başaramazlardı", "Ben var ya ben fikirlerimle insanlara yol gösteriyorum" vs. cümlelerini asla kurmazlar.
Her konuyu mutlaka "O"na getirir, her şeyi "O"ndan bilir, "O"na
havale ederler.
Evet insanda bir benlik duygusu vardır. Ama onun veriliş amacı kendisini Rabbine nispet etmesi içindir yoksa kendisini yüceltmesi için değildir.
Benlik duygusu insana
Allah'ın büyüklüğü, yüceliği karşısında kendi küçüklüğünü ve acziyetini anlaması için adeta bir kıyas aracı olarak verilmiş.
Ki insan Rabbi karşısında acziyetini bilsin.
Ama insan bu hissiyatını diğer insanlara üstünlük taslayarak kullanır.
Oysa gerçek başkadır.
İyinin iyisi vardır.
Güzelin güzeli vardır.
Beterin de beteri vardır...
En kötüsü işte bu benlik duygusu ile diğer insanlara üstünlük taslama halidir.
Daha beteri de Firavunlaşma, Nemrutlaşma halidir.
İnsanı yakan kibirdir, gururdur.
Kibirli insanları Allah da sevmez, insanlar da.
"Gerçekten de, (imana gelmeleri ve böylece) günahlarını bağışlaman için onları ne zaman davet ettiysem, parmaklarını kulaklarına tıkadılar, (beni görmemek için) elbiselerine büründüler, ayak dirediler, kibirlendikçe kibirlendiler.
Sonra, kendilerine haykırarak davette bulundum.
Sonra, onlarla hem açıktan açığa hem de gizli gizli konuştum.
Dedim ki: Rabbinizden mağfiret dileyin; çünkü O çok bağışlayıcıdır.
(Mağfiret dileyin ki) üzerinize gökten bol bol yağmur indirsin.
Mallarınızı ve oğullarınızı çoğaltsın, size bahçeler ihsan etsin, sizin için ırmaklar akıtsın.
Size ne oluyor ki, Allah'a büyüklüğü yakıştıramıyorsunuz?"
İnsan kibiriyle kendinden başka kimseye büyüklüğü yakıştıramaz.
Kendisini bir damla pis sudan yaratan Allah'a bile.
Oysa Allah iyinin iyisini, güzelin güzelini, zekinin daha zekisini vb. yaratmıştır.
Senai Demirci bir güzel insan.
Tevazu konusunda dinlediğim en güzel hikâyeyi o anlatmıştı.
Dünden Bugüne Tercüman'da yazarken bu hikâyeyi okuyucularla paylaşmıştım.
Bugün okurlarını da bu güzellikten mahrum bırakmak istemiyorum, şöyle ki:
Dünyada "Selden adam kurtaran adam" namlı bir insan varmış.
Nerede bir sel var hemen oraya gider, insanları selden kurtarırmış.
Çok meşhur olmuş. Gazetelerde, televizyonlarda, dergilerde, internette her yerde o varmış. Her yerde konferanslar veriyormuş. Ve bu mecralarda sürekli selden nasıl adam kurtardığını anlatırmış.
Bu zat bir gün ölmüş ve cennete gitmiş.
Ama cennette canı çok sıkılıyormuş, kendisi yine dünyadaki gibi selden nasıl adam kurtardığını anlatmak istiyormuş diğer insanlara.
Meleği çağırmış sıkıntısını anlatmış.
Melek "Size bir konferans tertip edelim, selden nasıl adam kurtardığınızı anlatın" demiş.
"Olur" demiş selden adam kurtaran adam. Çok mutlu olmuş.
Dünya kadar büyük bir meydanda insanlar toplanmış, en ön sıraya da Hz. Adem'den Efendimiz'e kadar peygamberler oturmuş.
Atmosfer müthiş, yaratılıştan kıyamete kadar gelmiş geçmiş bütün insanlar orada...
Melek insanlığa selden adam kurtaran adamı takdim etmiş.
Selden adam kurtaran adam müthiş bir edayla insanlığın huzuruna çıkmış.
O sırada kendisini takdim eden melek eğilmiş ve selden adam kurtaran adamın kulağına şöyle demiş:
"Sana böyle bir konferans tertip ettik, sıkılmayasın diye. Bak herkesi de topladık. Herkes burada. Tavır ve konuşmalarında biraz mütevazı ol ve haddi aşma olur mu, çünkü ön sırada Hz. Nuh oturuyor!"
Halkımız ne güzel demiş, "Gururlanma padişahım senden büyük Allah var."
Aynen öyle de:
Gururlanma insanoğlu ölmemeye çaren mi var?
Hazan olmuş bir gül gibi solmamaya çaren mi var?..
Güz gelince solan
yaprak, yüzüm örten kara
toprak
Kefen çürüyünce çıplak kalmamaya çaren mi var?..
Altımızdan taşlar batar, üstümüzde otlar biter
Yılan çıyan yiyip gider, kurtulmaya çaren mi var?..
Altımızdan sular yürür, üstümüzü çimen bürür
Tenin çürür hep dökülür ölmemeye çaren mi var?..
Gururlanma öleceksin, dar kabre gireceksin
Hakka
cevap vereceksin, vermemeye çaren mi var?