Rize belediye başkanı
Halil Bakırcı değerli bir kişidir.
Parti, Belediye Başkanlığını boş yere desteklememiştir. Belki de, başka şeyler söylemek istedi, ancak ağzından çıkanlar çok farklı oldu.
Bakırcı öylesine bir
ağaç devirmiştir ki, bunun altından ne kendi, ne de partisi kalkabilir. Nitekim, partisinden gelen tepkiler de bunu ortaya koydu.
Son gelen haberlere göre,
ihraç isteğiyle
disiplin kuruluna yollanıyormuş.
Ak Parti teşkilatı, eminim Başbakan’ın da onayıyla, dışlama mekanizmasını harekete geçirdi.
Ne kadar sevilirse sevilsin, ne kadar değerli olursa olsun, siyasi yaşamda bu tip gaflar affedilemez.
Eğer, Başbakan’ın dostu olduğu veya çok beğenildiğinden dolayı görmezden gelinseydi, bu defa AKP çok büyük bir kayba uğrayacaktı.
Nedeni de, Bakırcı’nın belki de farkında olmadan, bu ülkenin en acıtan sinir uçlarına dokunmasıydı.
AKP’nin tepki göstermemesi durumunda, çok önem verdiğini belirttiği
Kürt Sorunundaki ciddiyeti sorgulanacaktı.
Yetmiyormuş gibi, parti’nin kadınlar hakkındaki düşünceleri tekrar gündeme gelecek ve
seçim öncesinde yine kıyametler kopacaktı.
İktidar partisi sağlam durdu.
İşin doğrusunu yaptı.
Çevre Bakanlığı'nın kibar
yanıtı...
Çevre Bakanlığı’nın İstanbul’daki eğlence yerlerinin sesini kısmakla uğraşacağına, Balık Çiftliklerinin
denizlerimize yaptığı zararı önlemesini
tavsiye etmiştim.
Bakanlığın
Basın ilişkilerinden nazik bir yanıt aldım.
Yapmak istediklerini ayrıntılı şekilde anlatmışlar.
İstanbul’u
kasaba yapmaya niyetleri olmadığını vurgulayan açıklamanın en zayıf halkası, ezan sesiyle ilgili bölüm. Topu taca atıyorlar.
Diyanet İşleri, komşuların rahatsız olmayacakları şekilde ayarlanması için bir
genelge yayınlamış. Ancak gelin görün ki, dikkate alan yok.
İkinci zayıf noktası da, Balık Çiftlikleriyle ilgili.
Ben Ege’deki çiftliklerden şikayet etmiştim. Bakanlık, 2007 öncesinde 250 çiftliğin kıyılarda çalışırken, bugün sadece 10 çiftliğin kaldığını, diğerlerinin açık denize çıktıklarının müjdesini veriyor.
Allah Allah, Güllük körfezinden yeni geçtim. Ya ben sayı saymasını bilmiyorum veya Bakanlığın rakkamlarında bir yanlışlık var.
Umarım Bakanlığın İstanbul’a yaklaşımı doğru çıkar ve bir megakent kasabalaşmaz.
Avrupa'da çarşaf yasakları yaygınlaşıyor
Geçenlerde,
Milliyet Gazetesinde Pınar Ersoy’un çok ilginç bir incelemesi vardı.
Strasbourg Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi Profesörü ve Azınlık tarihi ve hukuku konusunda da uzman olan Samim Akgönül’ün görüşlerine yer vermiş.
Konu beni de korkutan boyutlara varan, çarşaf sorunu.
Avrupa, gittikçe simge olarak çarşafa karşı çıkan ve genelde de müslümanlara kapanmaya başlayan bir eğilim içine giriyor. Irkçı partilerin güçleri artıyor.
Geçen kasım ayında, İsviçre’deki minare yasağının referandumdan geçmesiyle kamuoylarının dikkatini çeken bu eğilim, bakın nasıl yaygınlaşır oldu:
- Hemen hemen hiçbir konuda anlaşamayan,
Flaman ve Valon milletvekillerinin oylarıyla çarşaf yasağı getirildi.
- Fransa’da, çarşafın insana verilen değerlere aykırı olduğu gerekçesiyle
Millet Meclisinde tartışılması kararlaştırıldı.
Müslüman mezarlıklarına saldırıların sayıları giderek artmaya başladı.
- İtalya’da polis, yüzünü açmak istemeyen bir kadına ceza yazdı.
- İspanya’da, Barselona başta olmak üzere, 4 kentte kamuya ait binalarda çarşaf giymek yasaklandı. Katalonya’da da, bölgenin tamamında çarşaf yasaklandı.
- Hollanda’da, ırkçı parti seçim kampanyasını çarşaf ve müslümanlara karşı söylevle sürdürdü ve
rekor düzeyde (yüzde 15.5) oy aldı.
Bunları, belki çok abartılmaması gereken gelişmeler diye niteleyebilirsiniz. Ancak bu konuda sürekli bir tırmanma yaşanıyor.
Bu temponun devam etmesi durumunda, Türkiye’nin AB üyeliğine direncin daha da artacağını bilmeliyiz.
Ne yazık ki, eskiden Avrupa Demokrasi ve İnsan Haklarını ön planda tutardı, ancak 1990’lardan bu yana dini değerler yükselir oldu.
Hepimizi korkutması gereken nokta da bu...
Göcek batıyor, Turmepa'yı kaçırıyorlar
Müjdeler olsun, Göcek batıyor.
Turmepa’nın tüm çabalarına rağmen hem
bakanlıklar arası
bürokrasi, hem de yöre halkı ellerinden geleni yaptılar ve Deniz Temiz Derneği’ni bıktırmayı başardılar.
Sorunu tekrar bir hatırlatayım. Koylara her yıl 12 bin
tekne geliyor. Büyük çoğunluğu da atıklarını denize boşaltıyor. Daha 3 yıl önce 8 metre derinliklerdeki sularda dip görünebiliyordu. Şimdi, Turmepa genel müdürü Levent Ballar’a göre “denizin altında
oksijen bittiğinden
balık dahi görülmez oluyor”
Turmepa, Göcek’i kurtarmak için kolları sıvamıştı. Böylesine kıymetli sularda demirlemek ve dolaşmak için dünyada uygulanan kuralları,
Muğla valiliği ile birlikte herkese uygulamak istemişti. En güzeli bir atık merkezi kurmuştu ve herkes 25 TL’ye pis sularından kurtulabilecekti. İsteyenlerin atıklarını da alacak bir mekanizma oluşturmuştu.
Kimse oralı olmadı. Pisliklerini denize boca ettiler. Özellikle günübirlik ticaret tekneleri Göcek’i çöplüğe çevirdiler. Gürültüleriyle ve atıklarıyla, para kazandıkları bu yöreyi mahvetmek için ellerinden geleni yaptılar.
Yetmedi, Çevre Bakanlığı ile Muğla Valiliği ve Deniz müsteşarlığı, kıskanç karı koca gibi birbirini yedi ve
yetki kavgası yüzünden sonunda Turmepa’yı da pes ettirdiler.
Ben şimdi eminim herkes suçu birbirinin üzerine atacaktır. Ancak esnafıyla, ticaret tekneleriyle, bürokratlarıyla herkes yalan söylüyor. Göz göre göre canım Göcek’i mahvediyorlar.
Benden söylemesi...
Genç bir çocuğun
açılım şiiri...
Batmanlı bir
genç Açılam’a bir de kendi penceresinden bakmış...
Adı Abdülbaki Kerçin...
"Bir güneş doğsun karanlık sokaklarıma...
Bir ışık ya da bir mum yansın...
Bir yarınım olsun.
Yurdumda her mesken her gönülde taht kursun...
Ne düşünce olsun bizi ayıran...
Ne
renk ne dil olsun..."
Batman Valiliğinin kompozisyon yarışmasının birincisi...
Satırlarında hükümetin açamadığı
açılımı açmış...
Korkmadan...
Bu yüzden de birinci seçilmiş...
Kimsenin birbirini dinlememesinden şikayet ediyor...
Şimdi sanatçılarla, medyayla açılım toplantıları düzenleyen Başbakan'a sesleniyorum...
Açılımı bir de onlara anlatın...
Anlatmakla kalmayın...
Onlara
kulak verin...
Modern Folk Üçlüsü hiç yaşlanmıyor
MODERN Folk Üçlüsü’nün 40 yılı için özel bir CD ve DVD çıktı. Hem eski şarkıları, hem de 40’ıncı yıl konseri var.
Tadına doyum olmuyor.
Her birini çok yakından tanıdığım, her birini çok sevdiğim, Ahmet-Selami ve Doğan, bu ülkede devamlılığın ve kalitenin sembolü oldular. Parçaları ve yorumları nostaljinin ötesinde hepimizin keyifle dinlediği birer klasik oldu.
Ali Paşa Ağıtını veya Deriko’yu nasıl unutabiliriz ki...
Emin olun bu genç üçlü hiçbir zaman yaşlanmayacak. Hep içimizde kalacak ve şarap gibi, yıllar geçtikçe bize daha büyük keyif verecekler.
Üçünüze de teşekkürler çocuklar...