23
Eylül 2009 tarihinde rahmete kavuşan
Osmanlı sülâlesinin en kıdemli mensubu
Ertuğrul Osman'ın eşi demiş ki, "Eşimin ölümüyle hanedan ve hanedan reisliği bitmiştir. Bundan sonra reislik diye bir mefhum varsa eğer o
aile reisliğidir."
Farsça'dan bize intikal etmiş bir tâbir vardır: "Men çi gûyem, tanbûrem çi gûyed", yani, "Ben ne söylüyorum, tanburum ne çalıyor" mânâsında kullanılır. Ertuğrul Osman'ın eşi Zeynep Tarzi Hanım'ın sözleri doğru, fakat vahim derecede eksik. Osmanlı Hânedanı hukûken, fiilen ve siyâseten 3
Mart 1924 tarihinde sona erdi, münfesihtir. Bundan sonrası için sülâle mensupları (Dikkat buyrulsun, hânedan değil, sosyolojik mânâda "sülâle"!) arasındaki liderlik münakaşaları mânâsızdır; dolayısıyla Zeynep hanım'ın "Eşim öldü, hanedan reisliği bitti" yolundaki sözleri, hatırasına saygı duyulacak bir eşin ardından söylenmiş teessür ifâdesinden öteye gitmez. Nitekim Ertuğrul Osman'ın
Sultanahmet Camii'nde kılınan cenaze namazına ben de, tarihî bir hâtıraya saygı duygusuyla iştirak etmiştim, "Son şehzâdemizi uğurlayalım; yeni veliahd kim acaba?" kasdıyla değil.
Muhafazakâr kitlenin nazarında Osmanlı Hânedanı'nın bakayaası
mağdur ve mazlumdur, fakat bu nazar, Osmanlı kavramına yüklenen bütün iyi ve olumlu şeylerin taşıyıcısıdır aynı zamanda; bilemezler ki Osmanlı Hânedanı, aristokrasisi ve özellikle burjuvazisi olmayan bir toplumda Batıcılığın lokomotifi görevini üstlenmek durumundaydı. Bugünün sathî "Çağdaşlık" ölçüleriyle göz atarsanız, dönemin en ilerici, en alafranga zümresinin hânedan mensupları olduğunu fark eder, şaşırırsınız. Osmanlı ordusunun Batılılaşma siyasetinde ister istemez bir matkap ucu rolü üstlenmesi gibi, hânedan da aynı siyâsetin tasarlayıcısı ve önde gideni durumunda bulmuştur kendini. Hânedan'ın 1924'te ite
kaka tasfiyeye uğraması, tasfiyecilerin "Ben daha sıkı Batıcıyım, siz ise mürtecî sülüklersiniz" tavrına bürünmesi anlamları değiştirmemeli.
Şöyle hissediyorum; hânedan tasfiye edilmeseydi, biz yine bugün onlara, -hani o
TÜSİAD mensuplarının kokmaz-bulaşmaz, burnundan kıl aldırmaz tavırlarından rahatsız olduğumuz derecede- mesafeli bulunacaktık. Amiral (!) rütbesindeki köşe yazarlarının "Türkiye'yi bölsek ne yazar
arkadaş?" makamında saçmalayabildiği bir ülkede hâlâ bir ferd-i vahidin çıkıp "Hilafet isterem, padişahlık isterem" diye saçmalamamış olmasının sebeplerinden biri de budur.
Türkiye'de ahali, kavram olarak cumhuriyetten memnundur; derdi, Cumhuriyet'in
halk idaresi yerine bir nevi padişahlık sultasını devam ettirmesindedir. Bundan bâ'de merak buyrulmasın, kimse yeni veya eski bir hânedanın
ağız kokusuna tahammül etmez, halk idaresinden vazgeçmez.
Kendi aralarında saray oyunu oynamaktan zevk alıyor olsalar ki, bakınız Osmanlı Hanedan Vakfı Başkanı Orhan Osmanoğlu, yengesi Tarzi'ye şöyle çıkışıyor: "Ertuğrul Osman Efendi'nin ölümüyle hanedanı nasıl bitiyor anlamadım. Çok yakında İkinci Mahmut'tan günümüze kadar hanedan üyelerini de kapsayan bir şecere kitabımız çıkacak. Vakfımız bunun aksini ispat edecek. Şu anda hayatta olan 24 şehzade, 16
sultan ve birçok beyzade ile hanımsultan var. Kendisi bir hanedan ailesi mensubu olarak hanedanın bittiğini söyleyemez. Biz
Anadolu'da yaşayan normal bir aşiret değiliz. Koskoca 600 senelik bir imparatorluğun torunlarıyız. Çocuklarımız doğduğu sürece ailemiz ve hanedan kıyamete kadar devam edecek."
Breh breh breh... Orhan Abimiz kusura bakmasın, ben en çok "biz Anadolu'da yaşayan normal bir aşiret değiliz" lâfına tutuldum. Diyorum ki, "Orhan abi, severiz, sayarız fakat durumu bu kadar abartmasanız iyi olur. Biz Anadolu ahalisinden aşiret bağlarını bile hatırlamayan sıradan Karabudun Türkleri olarak, şu yaptığınız tartışmaya hem gülüyor, hem gıcık oluyoruz, anlatabiliyor muyum şehzâdem?"