Ana
yasa değişikliğinde son düzlüğe girildi. Raportör, iptal talebinin reddine ilişkin çalışmasını
Anayasa Mahkemesi'ne sundu.
İki açıdan iptalin Anayasa'ya aykırı olacağı görüşü dillendirilmiş. Anayasa'da sıralanan şekil esasları açısından aykırılık olmadığı, ayrıca henüz yasalaşma sürecinin sonlanmadığı için
halkoylamasına giden paketin iptal edilemeyeceği belirtiliyor. Önümüzde bir
referandum varken Anayasa Mahkemesi'nin kararını neden son düzlük olarak nitelendirdim? Çünkü en başta iptali isteyenler olmak üzere hepimiz biliyoruz ki, halk bu pakete hayır demeyecek. Bence işin en can alıcı noktası da burası. Halkın kabul edeceğine kesin gözüyle bakılan bir
düzenleme iptal edilmek isteniyor. Asli kurucu irade olan milletin tercihine ipotek konulmaya çalışılıyor. Parlamentosunun duvarında '
Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir' yazan ülkemiz açısından izahı zor bir durum.
İptalciler, değiştirilmesi
teklif dahi edilemeyecek maddelere aykırılık iddiasıyla şekil şartlarına uyulmadığını ileri sürüyor. Böylece muhtemel iptal kararının kılıfı hazırlanıyor. Anayasa'nın emrettiği şekil denetimine uyulduğunu savunacaklar.
Anayasa değişikliği gibi önemli bir konuda şüpheye mahal vermemek için ayrıntılı
tarif yapan yasa koyucu, istisna tanımamış. İlgili maddeyi aptalların bile anlayacağı şekilde teferruatlı yazan Anayasa'dan bu yetkiyi çıkarmak imkânsız. Ama velev ki söylenenler doğru olsun. Yapılan değişiklikte hukuk devleti ilkesine aykırılık bulmak muhal ötesi muhal.
Yargıçlar ve
Savcılar Birliği'nin hafta sonu düzenlediği sempozyum için gelen MEDEL Başkanı Vito Monetti'ye de aynı şeyleri söylettiler. Merak ettim, Monetti düzenlemenin içeriğini bilerek mi yaptı bu konuşmayı? Yoksa YARSAV'cıların cümlelerini tekrarlamakla mı yetindi? Bu soruyu şunun için soruyorum: Halkoyuna sunulmuş metinden
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nu siyasi otoritenin kuşattığını çıkarmak, olağanüstü illüzyon kabiliyeti gerektiriyor. 22 üyeden oluşması planlanan
HSYK'da sadece 4 üye
cumhurbaşkanı tarafından seçilecek. Mevcut yapıda cumhurbaşkanı siyasi kişilik değil. Artık halkın seçeceği düşünüldüğünde bu endişe hepten ortadan kalkıyor. Reisicumhuru siyasi kabul etsek dahi 22 üyeli bir kurulu 4 kişinin kuşatacağını söylemek anlamsız. Bakan ve müsteşarı eklediğimizde bile matematik iptalcileri yalanlıyor. 16 üyeyi hâkim ve savcıların kendi aralarından seçtiği düzenlemeye 'kuşatma' denilebilir mi? İtiraf edilmese de sorun ilk derece mahkemelerinin 10 üyeyi kendi aralarından seçmesinden kaynaklanıyor.
Yargıtay ve
Danıştay ile HSYK arasında kurulan 'sen beni seç, ben seni' düzeninin devamı arzulanıyor. 12 bin hâkim-savcı hakkında her türlü idari kararı veren kurula ilk derece mahkemelerinde görev yapan 11 bin 500 yargı mensubu ilk defa seçme ve
seçilme hakkı elde edecek. Bunun neresi kötü, neresi kuşatma! Adalet dağıtımını
havale ettiğimiz, cumhurbaşkanlığı ve genel
seçimler dâhil bütün seçim faaliyetlerini denetlettiğimiz hukuk camiasına, kendi camialarına güvenmiyorlar. Yargıdaki kast sisteminin bozulması ihtimalinden tedirgin oluyorlar. Sonra bunu 'siyasi kuşatma o' diye yaftalıyorlar. Hiç inandırıcı değil. Halk oyuna sunulmuş düzenlemeye karşı çıkanların eski
Adalet Bakanı Seyfi Oktay'la ilişkilerindeki yakınlık ise dikkat
çekici. Eski Bakan'ın tavassut ve tavsiyelerini normal karşılayanlara 91'de SHP'nin aldığı oyu hatırlatmak istiyorum: 20,7. Koalisyonun
küçük ortağı olarak Parlamento'ya girebilmiş partinin
bakanının, yüzde 47 oy almış ve fiilen görevde bulunan bakandan daha etkili olması size de ilginç gelmiyor mu?