Çetin Altan olsa, “Bizde
siyaset yapmak, amansızca sidik yarıştırmaktır” diye başlar, “yerel”den girip “evrensel”den çıkar, araya mutlaka bir Bektaşi fıkrası sıkıştırır, “önem” ve “değer” skalasına ilişkin esaslı şeyler söyler, sonunda bir anekdotla işi bağlardı...
Ben renksiz bir adamım...
Fıkra bilmem, anekdot tutamam, “vecize” tadında laflar edemem.
Dolayısıyla, bodoslamadan girip
Allah ne verdiyse yükleneceğim. İşi nasıl bağlayacağımı bilemediğim için de, sonunda kırıp dökeceğim... Küfürlerinizi şimdiden hazır edebilirsiniz; “
yandaş kalem” Kılıçdaroğlu’na saldırıya geçiyor...
Başlıyorum:
Demiştim ki, “Gider bu, kum torbalarının önünde ayakta dikilir, resim çektirir gelir...”
Dalgamı geçmiştim
hesapta.
Bu kadar aşikâr bir mizansen içinde yer almaz diye umuyordum...
Utanır...
Bu işlerin “kör kör gözüne parmağım” usulüyle olmayacağını bilir...
Komik duruma düşeceğini hesap eder...
Ne bileyim, dalga konusu olmak istemez, filan...
Böyle umuyordum ama gitti...
Kendisine bir de “
karargah kıyağı” çekildi. Refakatinde hem “halef” hem de “selef”
Genelkurmay Başkanları vardı. Cephe ziyaretine ilişkin fotoğraflar, erkesi gün beklenmeden, hemen Genelkurmay’ın
internet sitesine konuldu.
Fotoğraf altı yazılarla ziyaretin önemi ve değeri vurgulandı. Ziyarete katılanların tek tek isimleri yazıldı.
Bu muamele
Başbakan’a yapılmadı oysa.
İnternet sitesi hemen devreye sokulmadı.
Recep
Tayyip Erdoğan ismi, bir kez olsun bile fotoğraf altında yer almadı.
Kılıçdaroğlu şanslıydı...
Mesela Başbakan, sınıra 150 metre uzaklıkta (yahut yakınlıkta) olan sıfır noktasındaki
Gediktepe cephesine gitmiş, dizkapağı hizasına kadar
yükseltilmiş (yahut indirilmiş) kum torbalarının arkasında
Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’la birlikte çömelerek sınır bölgesini tarassut etmişti.
Kılıçdaroğlu Çukurca’ya götürüldü.
Nereye götürüldüğünü kendisi de bilmiyordu.
Maksat götürülmek ve o fotoğrafı vermekti...
Bereket, götürüldüğü yer Çukurca’da bir gözetleme
karakoluydu.
Sınıra yakınlığı (yahut uzaklığı) 100 kilometreydi.
Hakikaten de dediği gibi yaptı ve “çömelmedi...” Etro gömleğinin yaka hizasına kadar yükseltilmiş kum torbalarının arkasında “kahramanca” dikildi, olmayan “
terör ve nifak yuvalarına” doğru bilmiş gözlerle baktı.
Hadi bu fotoğrafı verdin, muradına erdin...
Bari dur...
Bari “mizanseni” tadında bırak da, “gerçeklik” duygumuzu yitirmeyelim.
Karakol ziyaretini müteakip, ayağının tozuyla
Karadeniz bölgesine gitti ve bu kez “vaatkâr lider rolü” oynamaya başladı.
Başbakan olursa ne yapacakmış, biliyor musunuz? Trabzonspor’u
şampiyon yapacakmış.
Başörtüsü meselesini çözemiyorsun...
Kürt meselesinin üstesinden nasıl geleceğini bilemiyorsun... “
Özgürlükler” bahsine girmiyorsun... Silivri’ye
selam göndermek dışında darbecilerle ilgili tek laf etmiyorsun... “
İstihdam” dendiğinde, aklına “devlet kesesinden zararına
fabrika kurmak” dışında bir çözüm önerisi gelmiyor...
Peki, Trabzonspor’u nasıl şampiyon yapacaksın?
Kanunla mı?
Kanun hükmünde kararnameyle mi?
Anayasa Mahkemesi eliyle mi?
İcabında kuralları değiştirecek “laik ve cumhuriyetçi
hakemler” yetiştirerek mi?
Nasıl?
Popülizm, tamam, bir “siyaset etme biçimi”dir ama bu kadarı da yok artık!