Beşeriyetin tarihinde "bilgi ve hikmet" iki defa Doğu'dan Batı'ya, bir defa da Batı'dan Doğu'ya kaydı. İçinden geçmekte olduğumuz zaman diliminde bilgi ve entelektüel
zihin üretimi ikinci defa Batı'dan Doğu'ya doğru kaymaktadır.
Farabi, "Hikmet'in ana yurdunun Mezopotamya (Keldani) olduğunu" söylüyordu. Kendine biçtiği misyon, Mezopotamya'dan
Mısır'a, oradan İtalya'ya ve
Yunanistan'a geçmiş bulunan ilim ve hikmeti tekrar ana yurduna getirmekti. Gazali'ye göre, temelinde Nübüvvet ışığı olan hikmet Yunan'a geçtikten sonra dejenere olmuştu. Sokrat kendisinden önceki filozofların sırtını yere getirmişti, Eflatun Sokrat'ın, Eflatun'un da Aristo belini kırmıştı. Şanı yüce
Allah, Aristo'nun belini kırma görevini Gazali'ye vermişti.
Sıvanu'l-Hikme'nin sahibi Sicistani'ye göre, tarihte müziği, özellikle ilk enstrüman olarak ud'u Farslar,
astronomi ve mantığı Babilliler, alan ölçümü ve geometriyi Mısırlılar,
hesap ve matematiği Fenikeliler, tabii ilimleri Şamlılar, tıbbı Mezopotamyalılar geliştirdi. Hikmet ise Nübüvvetin mişkatından (nur odağı) Doğu'ya ve Batı'ya yayıldı. Çin ve Hind ilimleri ve tefekkürü bu beşeri havzalardan alıp geliştirdiler. Yusuf el Amiri, kendinden emin bir tarzda, hikmeti ilk formüle eden şahsın Lukman
Hekim olduğunu söyler ki, yine Sicistani'ye göre Lukman Hekim Hz. Davud'un çağdaşıydı, Şam'da yaşıyordu. Yunanlı Enpedokles hikmeti ondan öğrenmişti. Yunanlı ikinci hakim Pisagor da hikmeti (matematiği, müziği, tabiat ilimlerini) Hz. Süleyman'ın izleyicilerinden öğrenmişti. Pisagor şunu söylüyordu: Hikmet Yunan'da kaybolmuştur, yapılması gereken onu sevmek ve aramaktır. Bu işi yapacak olanlar "filozoflar"dır.
Emevilerin son zamanlarında ve Abbasiler döneminde Müslümanlar Yunan ilimlerini,
felsefe ve hikmetini ana yurduna getirmek için seferberlik başlattılar. Mısır, Babil,
İran, Hind ve Çin'den iktibaslar yaptılar. Fakat asıl ağırlığı Yunan'a veriyorlardı. Yunan'ın sanat ve edebiyatını, işe yaramaz tiyatro, heykelcilik ve trajedyasını bir kenara bırakıp ilimleri ve felsefeyi ana yurduna
taşıma işini başarıyla yürütünce büyük bir medeniyeti inşa ettiler.
İktidar kavgaları ve basiretsizlerin öne çıkmasıyla devran değişti. İlimler, felsefe ve hikmet Sicilya ve
İspanya üzerinden Batı'ya geçti. Rönesans, reform ve Aydınlanma doğdu,
Avrupa, kadim
Yunanlılar gibi, hikmeti bir kenara itti, maddi ilimleri alıp geliştirdi, bundan muazzam bir dünyevi zenginlik türetti.
Sanayi devrimi doğdu, arkasından büyük bir askeri ve
ekonomik güç kurup siyasetiyle dünya üzerinde hegemonya kurdu. Bu arada Sn. Thomas, Descartes, Kant, Hegel, Marx gibi büyük zihinler yetişti.
Olup biten Malik Binnebi'nin dediğidir: Batı'nın "ruh çağı" 18. yüzyılda sona erip Aydınlanma ile "
akıl çağı" başladı. 20. yy akıl çağını kapatıp "
eylem çağı"nı başlattı. 21. yy ise ruhunu kaybetmiş ve aklı tutulmuş Batı'nın refahı tüketmek ve mümkün mertebe daha çok adaletsizlik ve tahakküm kurmak suretiyle ömrünü uzatmaya çalışacaktır. Ancak İlahi
sünnet hükmünü icra etmektedir: "Allah'ın günleri (Eyyamüllah)" değişmekte, Nebiyyü'l-asr'ın işaret ettiği "İkindi vaktini (asr)" yaşayan beşeriyetin ağırlık dengesi ikinci defa Batı'dan Doğu'ya doğru kaymaktadır.
"Eksen kayması" tartışmalarını yaparken bilgi ve hikmetin tarihte takip ettiği yol haritasını ve karşılıklı güzergahları iyi takip etmek lazım (Bkz.
Ali Bulaç,
İslam Düşüncesinde Din Felsefe/Vahy Akıl İlişkisi, İst, 4. Bsm. S. 62 vd.) Sarkaç dengesini tam orta noktada bulacaktır. Çin ve Hind temel iddialarından vazgeçip maddî
seri üretim ve tüketimle çöken bir uygarlığın ürünlerini
taklit etme yolunu seçtiler. Biz Müslümanlar Nübüvvetin mişkatından ışık alıp yeniden akledersek, gelenekteki gibi kendimize bir çekidüzen verebilirsek, bu helezonik zamanın yükselen adil gücü biz olacağız. Batı iç enerjisini tüketirken, Uzak
doğu, ondan deli gömleğini devralıyor. Biz Kur'an ışığında bilgi, akıl ve hikmetle yeni bir anlam ve yol haritasını takip edelim. İfrat/Batı ve tefrit/Doğu arasında merkez/denge biziz.