Hayatım futbol diyenler, rüyasında bile futbol görenler için her gün bir şenlik!


JOHANNESBURG Futbol olmasa, dünya çok daha gri, kurşuni ve acımasız olurdu! Benim değil, Albert Camus’nun bir sözü bu. Fransız düşünürü ve romancısı galiba haklı. Çeyrek finaller öncesinde futbola iki gün ara verdik, şaşırdık ne yapacağımızı. Oyuncağı elinden alınmış koca bebekler gibiyiz. Hayatım futbol diyenler için özellikle dünya kupaları, Avrupa şampiyonaları gibi turnuvalar her gün bir şenlik halinde nefes nefese geçer. Zamanın nasıl akıp gittiğini anlamazsın. Bir stadyumdan diğerine, bir televizyon kanalından öbürüne koşturup durursun. Maç sonralarını da keyifli ve de revnaklı futbol geyiği renklendirir, bir kadeh içki ya da bir şişe birayla, vaktin nasıl geçtiğinin farkında bile olmazsın. Güney Afrika bu günlerde koca bir futbol topundan başka bir şey değil, futbol kaçıklarının gözünde. Toptan başkasını görmüyor gözlerimiz... Bazen rüyanda bile futbol görürsün. Maradona’yla birlikte bütün zamanların en büyük futbol efsanesi Pele yetmiş yaşında. Öylesine bir efsane ki, Brezilya’nın katıldığı Dünya Kupalarının dördünde o var,(ilki, 17 yaşındayken) üçünde de kupayı kaldırmış... Brezilya’nın Dünya Kupası’nı en çok kazanan ülke olduğu, beş kez kazandığı hatırlanırsa, Pele’nin rekoruna yaklaşmak kolay değil. Dediğine göre, bugün bile rüyalarını futbol süsleyebiliyor Pele’nin: “Geceleri futbol rüyası görmeye devam ediyorum. Karım, ‘Deli misin nesin, futbol topu tekmeler gibi tekmeledin beni’ diyerek uykumdan uyandırıyor.” Pele değilim ama ben de arada bir futbol rüyası görürüm. Belki de futbolculuk içimde kaldığı için öyledir. Bu yakınlarda yine gördüm bir düş. Milli takıma çağrılmışım. Bir heyecan bir heyecan. Soyunma odasına giriyorum. Ama kimse bana forma vermiyor, ayakkabı vermiyor. Yüz veren de yok. Sanki bir yabancıyım. Halbuki adım kara tahtaya yazılmış, sağda önlibero olarak. İlk 11’deyim ama ne formam ne ayakkabım var. Herkesinki özenle katlanıp sırasına konulmuş, altında kramponlu ayakkabıları... Benim yok! Birine yaklaşıp derdimi anlatmaya çalışıyorum ama nafile, dinlemiyor bile... Sonunda kendi başımın çaresine bakıp kendime dört numaralı bir triko buluyorum. İlginç, çünkü dört numara benim gençliğimde futbol oynarken ‘sağ haf’ olarak giydiğim formaydı. Sonunda bir ayakkabı da uyduruyorum. Sevinç içindeyim. Ama o da ne, başımı kaldırıyorum, kimsecikler kalmamış soyunma odasında, bir tek ben varım. Bir de elimde gözlüğüm... Kendi kendime, “Bu gözlükle nasıl oynayacağım? Bu gözlüğü çıkarınca, topu nasıl göreceğim?” derken bir hayal kırıklığıyla uyanıyorum. Bir futbol hastası öldüğü vakit ruhu nereye gidermiş, biliyor musun ey Selo?(Selahatin Duman yani...) Nereden bileceksin? Bak anlatayım. Bir futbol hastası öldüğü vakit ruhu İtalya’ya gidermiş. İtalya’da dünyanın en iyi futbolcularını bulur, televizyonda bütün maçları seyreder, ayrıca futbolda neyin olup bittiğini bütün renkli ayrıntılarıyla birlikte şamatalı spor gazetelerinden okurmuş... Ama benim huzursuz ruhum, öyle sanıyorum ki, İtalya’yı değil İngiltere’yi seçer ve gider Londra’ya yerleşir. İngiliz milli takımı dökülüyor olsa da, yabancı topçular ve futboldan çok iyi anlayan İngiliz seyirciyle futbolun en iyisi yine Premier Lig’de oynanıyor. Kaleciye aşık olan futbol topunun hikayesini biliyor musun Selo? Nereden bileceksin ki? Bak anlatayım. Yeteneksiz bir kaleciymiş. Ama top ona aşık olmuş. Böylece o yeteneksiz kaleci bir anda devleşip kalesinde geçilmez olmuş. Çünkü top, aşığı tarafından kucaklanmak istediği için, her seferinde ağlarla buluşmak yerine hemen kalecinin kollarının arasına girermiş... Kaleciye aşık olan topun hikayesini Brezilyalı romancı Jorge Amado, ‘Emsalsiz bir Gooool!’ adını taşıyan kitabında çok güzel anlatır Selo... Ben ne anlatacağım? İki günlük ara yüzünden galiba yazıya sıkıştım. Notlar azalmaya başladı. Allahtan çeyrek finaller başlıyor. Oğlum Isaac, gaza bas gaza! Geç kalıyoruz Soccer City’ye. Haydi maça maça!
<< Önceki Haber Hayatım futbol diyenler, rüyasında bile futbol görenler... Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:  
ÖNE ÇIKAN HABERLER