Bahçeşehir Üniversitesi dün,
İstanbul 2010 Ajansı ve AB Genel Sekreterliği'nin
katılımıyla "Küreselleşen Dünyada İstanbul" başlıklı, bir günlük bir sempozyuma ev sahipliği yaptı.
Sempozyumun sabahki, davetlilere açık oturumunda "AB-
Türkiye ilişkileri" ele alındı. Oturumun konuşmacıları
Devlet Bakanı ve
Başmüzakereci Egemen Bağış ile "2030'da
Avrupa: Sorunlar ve Fırsatlar" başlıklı
raporu hazırlayan
Akil Adamlar Grubu'nun üyelerinden
Oxford Üniversitesi
öğretim üyesi Prof. Dr. Kalypso Nikolaidis idi.
Sabancı Üniversitesi'nden Meltem Müftüler-Baç,
Bahçeşehir Üniversitesi'nden
Seyfettin Gürsel,
Cengiz Aktar ve ben de konuşmalar üzerine yorumlarda bulunduk. Sempozyumun öğleden sonraki ikinci, "İstanbul, Türkiye, Avrupa: Kozmopolit Bir Dünyaya Doğru mu?" başlıklı, kamuya açık oturumda ise Prof. Nikolaidis yanında, Princeton Üniversitesi'nden Prof. Dr. Şükrü Hanioğlu ve Sabancı Üniversitesi'nden Prof. Dr. Fuat Keyman konuştular.
Geçenlerde çıkan bir yazımda eski
İspanya Baş
bakanı Felipe Gonzales'in başkanlığını yaptığı Akil Adamlar Grubu'nun 8
Mayıs'ta açıkladığı raporun, Avrupa ve Türkiye açısından önemi üzerinde durmuştum (13 Mayıs 2010). Söz konusu grup 2007'de
Fransa Başkanı Nicolas Sarkozy'nin önerisi üzerine kurulmuştu ve Sarkozy'nin beklentisi, hazırlanacak raporun Avrupa'nın sınırlarını Türkiye'yi dışarıda bırakacak şekilde çizmesiydi. Fakat Avrupa'nın karşı karşıya olduğu sorunlar ve bunun nasıl aşılacağına dair önerileri içeren rapor, Sarkozy'nin beklentisinin tam tersi bir sonuca varıyor ve şöyle diyor: "AB, Avrupa'dan potansiyel yeni üyelere açık kalmalı, bütün adayları üyelik kriterlerine uyup uymadıkları temelinde değerlendirmelidir. Avrupa'nın 'gerçek sınırları' bu kriterlerdir... AB, Türkiye dahil, mevcut resmi adaylara karşı yükümlülüklerini yerine getirmeli ve müzakereleri sürdürmelidir..."
Prof. Nikolaidis, konuşmasında, Sarkozy'nin bile artık 2007'deki düşüncelerinden, Avrupa'ya coğrafi sınırlar çizilebileceği fikrinden uzaklaşmış olabileceğine değindi. Fakat söyledikleri arasında en çarpıcı olan, "Türkiye AB'nin viagrası olacak" demesiydi. Bu benzetmenin, AB'nin dinamizmi ve global bir
oyuncu niteliğini ancak Türkiye ile birlikte kazanacağı düşüncesini ifade ettiğini belirtmeme herhalde gerek yok.
Ben kısaca şunları söyledim: AB, Avrupa'yı dünyanın barış,
demokrasi ve
refah kalesi haline getirdi. 2004'te on yeni üyenin katılmasıyla başlayan ve dünya
ekonomik kriziyle ağırlaşan sorunlarını er geç aşacaktır. Rapor bu inancı yansıtmaktadır. Raporun bizimle doğrudan ilgili olan tarafı ise, Avrupa halkları arasında genişlemeye ve özellikle Türkiye'nin üyeliğine karşı çıkan eğilimin aksine, AB hükümetleri ve karar-vericileri arasında Türkiye'nin katılımına verilen önemi ortaya koyması.
AB sürecinin sağladığı
destek Türkiye'nin 2002-2004 arasında bir Sessiz
Devrim yapmasını mümkün kıldı. Ama bugün katılım müzakerelerinde tıkanmaya doğru gidiliyor. AB Konseyi, Fransa ve
Kıbrıs Rum Yönetimi tarafından engellenenler dışında müzakereye açık sadece 3 fasıl kaldı. Dönem başkanı İspanya'nın son 4 başlığı da açma arzusuna rağmen, hükümetin gerekli düzenlemeleri yapmakta gecikmesi nedeniyle, sadece Gıda
Güvenliği faslı, o da ancak son günde açılabildi.
Türkiye'nin AB'ye katılımına dış ve iç muhaliflerin getirdikleri engellemeleri biliyoruz. Hükümetten beklenen, bütün engellemelere rağmen, reform sürecini kararlılıkla hızlandırması. Türkiye, AB'nin çizdiği yol haritasını izleyerek barış, demokrasi ve refahı güven altına alabilir. Bunun için Türkiye,
Kopenhag (ya da
Ankara) Kriterleri'ni yerine getireceği tarihi kendi belirlemeli ve bir takvim doğrultusunda bu hedefe kararlılıkla ilerlemeli. Sayın Bakan bana cevaben, Türkiye'nin zaten kendine bir tarih belirlediğini, kabul edilen
Ulusal Programı uyarınca 2013'e kadar bütün AB kriterlerinin yerine geleceğini söyledi. Umarım öyle olur.