Kuzey Irak'tan
Türkiye'ye yönelik
terör tehdidine karşı NATO'yu göreve çağırmak ilk bakışta olağanüstü makul geliyor.
Şundan: Amacı "Hür Dünya'yı komünizme karşı tek
yumruk halinde tutmak" olan bir
savunma örgütü NATO.
Berlin Duvarının çöküşü sonrası görevi bitmesi gerekirken eski düşmanlarından çoğunu üye yapıp ilgi alanını Afganistan'a kadar uzattı. NATO sözleşmesinin 5. maddesi "Saldırıya uğrayan bir üyenin yardımına bütün üyelerin koşmasını" öngörüyor. Hiçbir üye
ülkesiyle sınırı bulunmayan Afganistan'a gidip Taliban'a karşı savaşıyorsa NATO,
PKK terörüne karşı üyesi Türkiye'nin yardımına da koşmalı.
Komünizmle mücadeleden terörizmle mücadeleye amaç sıçraması yapan NATO'nun görevidir bu.
Öyle anlaşılıyor ki, Kanada'daki buluşmada ABD Başkanı Barack Obama'ya hukuki gerekçeleriyle birlikte bu teklifi iletmiş
Başbakan Tayyip Erdoğan...
İnsan zora düştüğü anlarda dostlarının yardımını bekler; devletler de uluslararası örgütlere biraz da zor günleri düşünerek üye olur. 1952 yılından beri NATO'nun en sadık üyelerinden biri olan Türkiye'nin "Madem Afganistan'da teröre karşı savaşı birlikte yürütüyoruz, gelin Kuzey Irak'ta da PKK terörüne karşı birlikte savaşalım" demesinden daha mantıklı ne olabilir?
BM'nin görevlendirdiği uluslararası bir askeri gücün Afganistan'a gönderilmesi 2001 yılı
Aralık ayında Bonn'da yapılan konferansla başlayan bir süreç; başkent Kâbil'i koruma amaçlı
ISAF'ın (International Security Assistance Force) kurulması o konferansta kararlaştırıldı. ISAF 14'ü NATO üyesi olan 18 ülkenin askerlerinden oluşuyordu; NATO kendi istihbarat ve
iletişim ağını bütünüyle ISAF'ın emrine açtı. 2003 Ağustos'unda ise, ISAF'ın kontrolü NATO'ya geçti, görev alanı da
Kabil dışına taştı.
Daha önce sorulması gerekeni Türkiye şimdi soruyor: NATO kuruluş ilkelerini zorlayarak 'alan-dışı' ülkelere ilgisini yayabildiğine göre, kuruluş ilkeleri gereği (sözleşmenin ünlü 5. maddesi) zora düşen bir üyesine neden yardıma koşmuyor?
Sorunun havada kalması ve NATO'nun bu defa da Türkiye'nin talebine
kulak tıkaması kimseyi şaşırtmamalı. 2003'te Irak'taki savaş Türkiye'yi tehdit etmeye başladığında, hükümet NATO'ya "Beşinci maddeyi çalıştır" başvurusunda bulunmuş, ardından NATO tarihinin en büyük bunalımlarından biri yaşanmıştı.
NATO'nun bu defa daha farklı davranması için bir sebep yok. Dahası, Afganistan'da Taliban'la,
Somali açıklarında korsanlarla çatışmaya giren NATO'nun Türkiye'nin terörle mücadelesine sıra gelince sergilediği çifte standardı kayıtlara geçirip orada durmak daha iyi.
Sınırlarına yakın coğrafyaya
yabancı askerler gelmesini Türkiye talep etmemeli.
Esas dikkat edilmesi gereken yön şu: Türkiye'nin terörle mücadeleyi NATO zeminine taşıması terörden medet umanlar için ciddi bir 'uyarı' yerine geçmeli. Erdoğan
Hükümeti, belli ki, terörle mücadeleyi her zeminde sürdürmek ve Türkiye'yi 'terörsüz bir ülke' haline dönüştürmekte kararlı. Bu kararlılığın sonucu olarak ABD ile anlık istihbarat paylaşımını sağladı; yine bu kararlılık hükümeti Irak'ın kuzeyindeki bölgesel yönetimle daha yakın işbirliğine sevk etti. NATO çatısı altında veya NATO'suz sıcak çatışmaları artırmayı da göz önünde tuttuğu anlaşılıyor hükümetin...
Kan dökülmeksizin terörün sona erdirilmesi için önemliydi '
açılım', o önemi devam ediyor; ancak örgütün şiddeti tırmandırmasıyla birlikte, daha önce PKK'ya karşı kullanılmayan NATO kartına sarılınması, hükümetin hesaplarında daha önce başvurulmamış çapta askeri tedbirler de bulunduğunu düşündürüyor.
Umarım korktuğum istikamette gelişmez olaylar...
YENİŞAFAK