Tek taraflı sadakat olur mu?


Mavi Marmara krizinin İsrail ile Türkiye'yi adeta düşman hale getirmesi; İran'a yaptırımlara Türkiye'nin hayır demesi ve Türk-Arap Forumu'nda 'Kudüs'te namaz' sözlerinin dile getirilmesi gibi karelerin üst üste gelmesi ABD ile ilişkileri fena germiş durumda. AK Parti heyetinin Washington'da yaptığı temasların ve Başbakan Erdoğan'ın Kanada'da Obama ile yaptığı görüşmenin, tansiyonu ne kadar düşüreceği belli değil. Güven bunalımı, 1 Mart hadisesi veya Türk askerinin başına çuval geçirilmesi krizlerindeki kadar derin mi, bilmiyoruz. Ancak ilişkilerin nabzını tutan çevrelerin ve AK Parti heyetindeki isimlerin yansıttığı izlenim, krizin ciddi olduğunu kabul etmeyi zorunlu kılıyor. Söylenenlere bakılırsa, bardağı taşıran damla, Obama'nın zaten kavgalı olduğu İsrail hükümetine baskı yaparak, yargılayacağı açıklananlar dahil tüm Mavi Marmara yolcularının serbest bırakılmasını sağladığı gün, Türkiye'nin BM'de hayır oyu kullanması. Bu noktanın altını çizenler, yolcuların iade edilmemesi halinde iktidarın yaşayacağı prestij kaybına dikkat çekerek, Obama'nın katkısının önemine işaret ediyor. Bu kriz, iki açıdan 1 Mart ve çuval krizlerinden farklı. İlk fark, uluslararası ilişkilerde AK Parti'ye paralel çizgisi olan ve ilişkilere verdiği önemi göstermek için ilk ikili ziyaretini Türkiye'ye yapan Obama döneminde yaşanıyor olması. İkinci fark ise bu krizin öncekilerden farklı olarak kırılgan bir dönemden geçmekte olan Türkiye içi dengelere muhtemel etkisinin nasıl olacağında. Hatırlarsak, 1 Mart tezkeresinin reddedilmesiyle doğan krizde Washington'ın ilk hedefi TSK olmuştu. Dönemin kudretli ismi Wolfowitz doğrudan askeri eleştirmişti. Zira bazı komutanların tezkereden rahatsızlığı manşetlere yansımış ve kritik MGK toplantısında tezkereye en küçük ima bile yapılamamıştı. Halbuki şimdi eleştirilerin odağında, gerekçeleri kabul edelim veya etmeyelim, AK Parti iktidarı var. Bu durum, ilk günden beri AK Parti'yi yıkmak için Washington'da lobi yapan, darbe planlarına onay çıkmadığı için hayal kırıklıklarını günlüklerine kaydeden çevreler için büyük haber. Son 2 aya kadar izlediği dış politikayla sadece İslam dünyasının değil, Batı'nın da takdirini kazanan AK Parti'nin, bu kriz dolaysıyla kendini sorgulaması ve krizden çıkış stratejisi belirlemesinde fayda var. Ancak tüm faturayı AK Parti'ye kesmek de haksızlık olur. Aynı sorgulamayı, 'Türkiye'yi kaybediyoruz' diye ağıt yakan Batı da yapmalı. Sorgulamanın nasıl yapılması gerektiğine dair en uygun çerçeve, son Erdoğan-Obama görüşmesinden hemen önce, Türkiye'nin Batı'ya sadakatini sorgulayan Philip H. Gordon'un Bush iktidarı döneminde Ömer Taşpınar'la yazdığı 'Türkiye'yi Kazanmak' kitabında mevcut. Obama'nın dış politikadaki Davutoğlu'su rolündeki Gordon, bu kitapta Türkiye'nin Batı ile ilişkilerinin gerilemekte olduğunu tespit ediyor ve şöyle soruyordu: "ABD, Avrupa ve Türkiye gerileyen ortaklığı nasıl canlandırabilir?" O zaman Bush politikalarını eleştiren ve Demokrat çizgideki Brookings adlı düşünce kuruluşunda çalışan Gordon, çözüm önerilerinden önce Türk-Amerikan ilişkilerine dair tespitlerde bulunuyordu. Örneğin, ilişkilerde gelecekte de sorunlar yaşanacağını ve eski iyi günlere dönülemeyeceğini söylüyordu. AB'nin bitmeyen engellemeleri nedeniyle Türkiye'nin hayal kırıklığının arttığını ve bunun, Batı yanlısı politikaların sorgulanmasına yol açacağını vurguluyordu. Taşpınar ve Gordon'a göre, kamuoyu yoklamalarına yansıyan Amerikan karşıtı eğilim ve AB'ye ilginin azalması, toplumun Batı'dan soğuduğunun işaretiydi. Yazarlar ayrıca, sağlanan istikrar ve ekonomik başarının verdiği özgüvenle Ankara'nın dış politikada otonom hareket etme eğiliminin arttığına ve Batı dışı alternatiflerin tartışıldığına dikkat çekiyordu. Sonra da Türkiye'yi yeniden kazanmak için yapılması gerekenler sıralanıyor ve bu listenin yeni yönetimin yol haritası olması gerektiği vurgulanıyordu: ABD ve AB'nin PKK konusunda ciddi adımlar atması; Kürt politikasının değişmesi; AB sürecinin canlandırılması; Ermeni sorununun çözülmesi; Kuzey Kıbrıs'ın izolasyonunun sona ermesi. Bay Gordon, dün tavsiyelerde bulunduğu yeni Amerikan yönetiminin dış politikadaki en önemli ismi. Şimdi listeye bir daha bakıp, soralım: Acaba ABD ve AB, Türkiye'yi kazanmak için bunlardan hangisini yapmış ki, Türkiye'den tam sadakat bekliyor?
<< Önceki Haber Tek taraflı sadakat olur mu? Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER