G-20 zirvesi için Kanada’nın Toronto kentinde bulunan Baş
bakan Erdoğan, ABD Başkanı Obama ile dün görüştü. Yarım saat olarak öngörülen Erdoğan-Obama görüşmesi 1 saat 15 dakika sürdü.
Görüşmede, iki müttefik
ülke arasında son dönemde gündemde olan bütün konuların, gayet açık ve net bir üslupla masaya yatırıldığı belirtildi.
Ne var ki bu açıklamadan ziyade, Obama’nın ABD-
Gana maçını izlemesi nedeniyle randevunun 45 dakika ertelenmesi konuşulacak.
***
Ama ABD
Dışişleri Bakan Yardımcısı ve Dışişleri’nin
Avrupa ve
Avrasya İşleri Departmanı’nın başında bulunan Philip
Gordon’un, Obama-Erdoğan görüşmesinin hemen öncesinde,
Amerikan haber ajansı Associated Press’e (AP) verdiği röportajdaki sinyaller, maç nedeniyle randevu ertelemeden çok daha önemli.
Üstelik AP Ajansı röportajı “kritik öneme sahip NATO müttefiki
Türkiye’ye yönelik nadir görülen bir
eleştiri” yorumuyla verdi.
ABD Dışişleri Bakanlığı’nın iki numaralı ismi Gordon, röportajda “Türkiye’nin, NATO, Avrupa ve ABD’ye bağlı olduğunu biliyoruz ama bunun gösterilmesi gerekiyor” ifadesini kullanarak şöyle diyor:
“Bu konuda insanlar daha önce olmadığı şekilde sorular soruyor. Bu, başlı başına kötü bir durum ve Türkiye’nin
destek beklediği konularda ABD’nin destek vermesini zorlaştırıyor...
...Türkiye’nin BM
Güvenlik Konseyi’nde yaşananlar konusundaki açıklamaları Washington’da tam olarak anlaşılmadı. Türkiye’nin yönü ve ABD ile stratejik ortaklığa bağlılığı konusunda çok fazla soru var. NATO üyesi ve ABD’nin stratejik ortağı olan Türkiye çekimser kalmadı, ‘
Hayır’ dedi ve Amerikalılar bunun neden olduğunu anlayamadı.”
***
ABD, en üst düzeyde ve en yüksek perdeden Türk-
İran ilişkilerini sorgularken, Paris’te de Ahmedinejad rejimini
protesto eden bir büyük miting yapıldı ve katılımcılar arasında
İspanya eski
Başbakanı Aznar da vardı.
Sanırım, Türkiye’nin İran politikası nedeniyle, bu ülkenin çok da iç ısıtmayan “rejimine”
Ankara’nın bakışı konusunda dünyada ciddi tereddütler var.
Bir de buna
Hamas konusu eklenince tereddütler resmi çevrelerce yüksek sesle telaffuz edilir oldu.
Tabii, Orta-Doğu’da kimlerle hangi kentte nasıl namaz kılınacağı, Hamas’ın ne olup olmadığı konusundaki şaşırtıcı beyanlar,
İstanbul-
Kudüs eşleştirmesi, neredeyse Arap-Türk özdeşliği noktasındaki iddialar da tuz biber ekti.
Buna bir de kendisi başörtüsünden
mağdur olan bir partinin
iktidar olduğu belediyelerdeki işletmelerinde yaşanılan açıklaması zor yasakları ekleyin.
Anlaşılan, hepsi birden, ABD başta olmak üzere Batı’nın sorgulamalarını yoğunlaştırdı.
***
Hâlbuki...
İstenen, 57
Müslüman ülkede yaşayan ama
Almanya kadar üreten 1 milyar 600 milyon Müslüman’a, Türkiye’nin “Müslüman-demokrat” bir ülke olarak örnek olması...
İçerde ve dışarıda “
demokrasi,
insan hakları ve piyasa ekonomisine” ödünsüz sahip çıkması...
Kara sefaletten bezgin düşmüş çaresiz insanların “siyasal
İslam”dan medet umar hale gelmesini, şiddet ve terörün oyuncağı olmasını önlemesi.
AB reformlarına süratle devam etmek ve süreci hızlandırmak, “
model” ülke olmak açısından önemliydi, hâlbuki orada da ipe un serildi.
İspanya dönemi “fasıl” açılamadan geçecek hale geldi.
***
Kaç yıldır yazıp söylüyoruz...
Siyasal iktidarın en özen göstermesi gereken konuların başında, “muhafazakârlaşma ile
demokratikleşme” dengesi geliyor...
“Demokratikleşme ilkelerini” adeta tabu haline getirmeyince, muhafazakârlaşma ile siyasal İslamcılık arasındaki çizgiler siliniyormuş izlenimi doğuyor...
“Benim yaşadığım gibi yaşayan bir
toplum olsun” arzusu yoğunlaşıyormuş gibi görünerek insanları ürkütüyor...
Kemalizm’i tenkit ederken başka bir tür “benzeşme” tehlikesi konuşulur oluyor...
Dünya, bizim iç politikamıza da, dış politikamıza da bu gözlerle bakıyor...
***
Aslında Türkiye’nin hala çok büyük bir şansı var...
Yeter ki yöneticiler dünyayı doğru okusun...
“Demokrasi, temel hak ve özgürlükler, insan hakları ve piyasa ekonomisi” şiarı, “din, ırk ve mezhep” anlayışıyla örselenmesin.
Bu anlaşıldığında, bir anda kendini terörün pençesinde bulan bir ülke olmaktan hızlıca kurtulacağımız gibi görüşme öncesi “uyarılarla” da karşılaşmayacağız.