Türkleri ikna etmek, Kürtleri ikna etmek...


Kürt sorununun barışçı yöntemlerle çözümünün ana koşulu çok uzun bir süreden beri aynı: Türklerin Kürtlerin kimlik haklarının verilmesi konusunda ikna edilmesi. Demokratik bir devletin, -hele de bugünkü dünyada- yurttaşlarının anadillerini ve kimliklerini koruma talebini koşulsuz olarak sağlamakla yükümlü olduğunun Türklere anlatılması gerekiyor. Türkler, PKK’nın düzenlediği son saldırılar nedeniyle haklı olarak öfkeliler. Sorunun siyaset yoluyla çözülmesi konusunda iyimser bir hava içinde değiller. Söylediğiniz hemen hemen hiçbir şey, Türklerin psikolojisi üzerinde büyük bir etki yapmıyor. Türkleri ikna etmenin zorluğunun nedenleri üzerine çok çeşitli sosyolojik-kültürel değerlendirmeler de yapılabilir... Ne olursa olsun, Türklerin Kürtlerin kültürel haklarını, topluluk haklarını meşru haklar olarak görmeleri ve sorunların aşılmasının buna kökten bağlı olduğunu algılamaları gerekiyor. Türklerin bu konuda yaratılmış önyargılardan kurtulmalarına olanak sağlayacak bir iç uzlaşmanın zeminini oluşturacak yolları aramalıyız. Bugüne kadar, yapılmış olan “Kürtçeyi verirseniz, Lazlar da, Araplar da, Çerkesler de ister, ülke bölünür” propagandasının etkisini sürdürdüğünü görüyoruz. Bu propagandanın etkisinin yazıp söylediğimiz her şeye rağmen azalmamasını moral bozucu olarak algılayanlar olabilir. Kürtçe’nin bazı yörelerde ders olarak okutulup öğretilmesi konusuna çoğunluğun kafasının hala yatmıyor olması, bizi karamsarlığa itmemeli. Sabırsızlığa ve bıkkınlığa kapılmadan diyalog ve empati girişimlerini sürdürmek zorundayız. Geçen gün Karadenizli Laz bir dostumla konuşurken benzer bir diyalog yaşadık. “O zaman biz de Lazca eğitim istersek ne olacak?” diye sordu. Ben de ona, her demokratik ülkede, o ülkenin azınlıklarının anadillerini geliştirmeleri, kimliklerini, kültürlerini korumaları konusunda hukuki güvenceler bulunduğunu anlattım. Ayrıca Lazcanın da devlet tarafından korunmasının, bu dilin varlığını sürdürmesinin ülkemizi zenginleştireceğini anlattım. Aynı şey Çerkezce için, Arapça için yapılsa ne zararı var diye sordum. Sustu. Söylediklerim hoşuna gitti. *** Bundan birkaç ay önce Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’yla Makedonya’ya gitmiştik. Oradaki Türk azınlık, kendi dilinde eğitim yapıyor. Bu okulları gezdik. Türkiye Cumhuriyeti de bu okullara destek veriyor. Bir çok Balkan ülkesinde benzer hakların, benzer eğitim kurumlarının olduğunu biliyoruz. Üstelik o bölgelerdeki Türk nüfusun oranı ve sayısıyla Türkiye’deki Kürtlerin (Türkiye’de yaklaşık 12-15 milyon civarında bir Kürt nüfustan söz ediliyor) oranının karşılaştırılması mümkün değil. Mesela Bulgaristan’da Türklerin partisi iktidar ortağı bile oldu... Bu gerçekleri toplumumuza anlatmak yerine, ‘bölünürüz’ korkusu yaymak siyasetçilerin işine geliyor. Bu propaganda, Türklerin ‘Kürtlerin kimlik hakları’ konusuna daha geniş bir vizyonla bakmalarını engelleyici rol oynamaya devam ediyor. İktidarın ve muhalefetin -bu işin siyaseten çözümünü istiyorlarsa- bu konularda kamuoyunu ikna edecek bir yaklaşım içine girmesi gerekiyor. Ya siyasiler toplumun büyük çoğunluğunu ikna ederek konuya bir siyasi çözüm üretecek gücü yaratacaklar, ya da siyaset yeniden askere esir olacak... İnce bir yoldan geçiyoruz... *** Tabii hiç şüphesiz ki kimlik haklarını savunan Kürtlerin de, Türklerin duyarlıklarını, öfkelerini, tepkilerini anlamaları ve doğru bir dil kullanmaları gerekiyor. PKK’nın son şiddet eylemleri, ülkenin Batısı’nda derin bir acıya neden olduğu gibi, Kürtlere karşı genel bir güvensizliği de beraberinde getiriyor. PKK’nın silahları bir an önce ve koşulsuz olarak bırakması şart. Kürt sorununun silahtan arındırılması için PKK’nın şiddetten uzaklaşmasının ve barışçı mücadele yöntemlerine dönmesinin zamanı geldi, geçiyor. Bugün, Kürt sorununun çözümünde asıl kilit noktanın devlet olduğu bir gerçek. KCK tutuklamaları, Habur’dan gelenlerin içeri atılması, akıl alır gibi değil. Bunların Kürtler içinde hayal kırıklığı yaratırken, PKK içindeki şiddet eğilimine güç verdiğini de gözlemliyoruz. Şiddet, bu imkânların daralmasına, devlet içindeki şahinlerin inisiyatif kazanmasına neden oluyor. Kürtler üzerindeki baskının artmasını kışkırtıyor. Bütün bunlara rağmen, bugün Türkiye’de Kürtlerin kimlik mücadalesi yürütebilmeleri için yasal zemin var. Meclis’te BDP milletvekilleri bu duyarlılığı dile getirebiliyorlar. Partileri kapatılsa da, Kürt kimliği hareketi büyük bir meşruiyet zemini kazanmış durumda. Yerel yönetimler Kürt kimlik hareketinin temsilcisi olma yolunda çok ciddi adımlar atmış durumdalar. Kürtler, çözümün siyasal zeminde olmasını istiyorlarsa, devletten gelen şiddete tepki gösterdikleri kadar PKK şiddetine de tepki göstermeliler. *** Meselenin ‘ana çözüm çizgisi’ni hâlâ şu şekilde özetlemek mümkün: Türkler, Kürt kimliği talebine yönelik önyargılarını bırakmalı ve bunun bir hak olduğunu kabullenmeliler; Kürt siyasi hareketi de PKK’nin silah bırakmasının sağlanması noktasında daha aktif hareket etmeli. Bu noktada medyaya düşen görev de önemli olmakla birlikte, en büyük görev siyasilere düşüyor. Siyasetçilerin konuyu bir siyasi rant alanı değil, geleceğimizi şekillendirecek bir süreç olarak görüp buna göre davranmaları şart.
<< Önceki Haber Türkleri ikna etmek, Kürtleri ikna etmek... Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER