Keşke
siyaset,
iktidarıyla muhalefetiyle parti menfaati gözetmeksizin
teröre karşı 'ortak dil' geliştirebilmiş olsaydı. Sadece görüş ayrılıkları değil de 'müşterek noktalar' daha çok öne çıksaydı. 'Sen-ben' kavgasının yerini alternatif çözüm önerileri alabilseydi.
Bölücü terör ülkenin en yakıcı sorunu... 26 yıllık geçmişi var. Kaç hükümet kaç
Genelkurmay başkanı geldi geçti. Hiçbir iktidar duyarsız kalmadı. Turgut
Özal tabuları yıkmayı göze alarak eğildi. Sadece içerisini değil çevreyi de devreye soktu.
Barzani ve
Talabani ile masaya oturdu. Ama bir
arpa boyu yol alamadı. 1991'de iktidara tekrar dönen Süleyman
Demirel işe '
Kürt realitesini' tanıyarak başladı.
Erdal İnönü'yü yanına aldı. Çözüm yolunda
küçük de olsa somut adım atamadı. Demirel'in yerine DYP'nin başına gelen
Tansu Çiller en şahiniydi. Teröre karşı dört koldan mücadeleye girişti. Bu dönemde rutinin dışına da çıkıldı. Sonuç değişmedi.
Merkez sağın diğer lideri
Mesut Yılmaz başbakanlık koltuğuna oturur oturmaz '
Avrupa Birliği'nin yolu Diyarbakır'dan geçecek' dedi. Bu tarihin arşivine kaydedilen bir söz olarak kaldı. AB'nin yolu ne
Ankara'dan ne Diyarbakır'dan geçti. Ne de terör geriledi.
Siyasetin cilvesi... En somut gelişme 58 milletvekiliyle
azınlık hükümeti kuran Bülent Ecevit'e nasip oldu.
Türkiye'nin tazyikiyle Abdullah
Öcalan, Suriye'den çıkarıldı. Barınacak yer bulamadı. Avrupa,
Rusya derken soluğu Afrika'da aldı. Orada paketlendi ve Türkiye'ye teslim edildi. Ama bir şartla:
İdam edilmeyecek. Edilmedi de. Ecevit yıllar sonra 'Öcalan bize niye teslim edildi anlayamadım' dedi. Sadece o değil, Türkiye de anlayamadı. O günden beri
örgütün kurucusu Türkiye'nin elinde... Buna rağmen örgüt kanlı saldırılardan geri durmadı.
Teröristler
eylem sinyalini de avukatları aracılığıyla Öcalan'dan aldı. İzahı mı? Yok. Örgüt yeri geldi eylemlerine hız verdi, yeri geldi mola verdi. Ama varlığını hep hissettirdi. Genelkurmay başkanları üzerinden de benzer değerlendirmeyi yapmak mümkün.
Yaşar Büyükanıt'a ne çok umut bağlanmıştı. Bölgeyi yakından biliyordu. 'Kodu mu oturtacak' karakterdeydi.
İlker Başbuğ daha
Kara Kuvvetleri komutanı iken
terörle mücadele konseptini kökten değiştireceğini ilan etti. '
Profesyonel ordu, uzman birlikler' dedi.
'
Dağlıca,
Aktütün, Reşadiye ve son olarak
Şemdinli gibi' askerin en çok sorgulandığı kanlı baskınlar bu dönemlerde oldu. Başarıları değil, başarısızlıkları tarihe geçti.
Ve bugün... Her iktidar gibi
AK Parti de bu yakıcı soruna el attı. 'Demokratik
açılım' dedi. Çerçeveyi 'daha çok
özgürlük, daha çok
demokrasi' temeline oturttu. Bölge insanının en çok şikâyet ettiği 'faili meçhuller' dosyasını açtı. Yasaları hiçe sayan karanlık ve derin çetelerin üzerine gitti.
Özgürlük alanlarını genişletti. TRT, 24 saat
Kürtçe yayın yapan kanal açtı. Bölgenin ekonomisini canlandırmak için GAP projesini raftan indirdi. Ve büyük kaynaklar aktardı. Örgütün içeride ve dışarıda
yaşam alanını daralttı. Örgüt ne kadar zora girdiyse de eylem yapmaktan geri durmadı.
AK Parti iktidarı Ankara'da yalnız kaldı. Muhalefet partilerini yanına çekemedi. Ne
CHP ne MHP katkı verdi. İktidar 'çözüm' derken muhalefet '
ihanet' dedi. Sadece CHP ve MHP değil BDP de aynı şekilde. BDP 'açılım' konusunda
gensoru verdi. Dün Meclis'te görüşüldü ve reddedildi. Tamam, muhalefet iktidardan gelen her öneriye önyargılı, yine de alttan almak hükümete düşer. İşbirliği yapmanın yollarını bulmalıydı. Bütün partileri asgari müşterekte buluşturabilmeliydi. Sorumluluk hükümetin...
Ancak fırsat kaçmış değil. Yeni bir başlangıç mümkün... CHP'nin yeni Genel Başkanı
Kemal Kılıçdaroğlu 'teröre karşı ortak akıldan' söz ediyor. MHP lideri Devlet Bahçeli'nin '
OHAL geri gelsin' önerisi kabul edilemez. Ancak dün parti teşkilatlarına gönderdiği genelgede 'taşkınlıklardan, gerginliklerden uzan durun' çağrısı yaptı.
CHP ve MHP'nin araladığı bu kapıdan girilemez mi? Terörün çözüm yeri başka başkentler değil Ankara... Her kanlı eylemin bir siyasi hedefi, iç politikada bir karşılığı var. Saldırıların kritik süreçlere denk gelmesi tesadüf mü? Değil. AK Parti öncelikle Ankara'ya ağırlık vermeli...