Farklı bir şey söylese, dişimi kıracağım... Söylemiyor. “Bölgenin yoksulluğu, geri kalmışlık, feodalizm” gibi, Emre Kongar tarafından tüketilmiş ve “anakronik” bile sayılmayacak laf çevirmelerle işi idare ediyor.
Bir de “Recep Bey” esprisi var...
Nasrettin Hoca’nın torunu olduğu için, (herhalde) bu espride sebat etmesi gerektiğini düşünüyor ve bulunduğu ortamı “kahkahalara boğuyor...”
Birileri, bu acıklı güldürme çabasının “gülünç” olduğunu söylesin artık. Hem gülünç, hem ayıp... Hem de nezaket dışı.
Baykal bile (hani o beğenmediğiniz ve bir
kaset darbesiyle alaşağı ettiğiniz Baykal bile), daha “ileri” ve “cesur” şeyler söylüyordu... “
Kürt kimliği” diyordu, “etnisite” diyordu, inandırıcı bulunmasa da “Etnik kimliğiniz şerefinizdir” diyordu.
Kemal Kılıçdaroğlu ne söylüyor, bilmiyoruz.
Hayır, söylüyor aslında... “Bütün bu
terör belasını başımıza
açılım politikalarının sardırdığını ve durduk yerde vatandaşı böldüğünü” söylüyor... “
Milliyetçi oylara göz diktim” demeye getiriyor.
İlginçtir, elinde “
olağanüstü hal” dışında bir çözüm önerisi bulunmayan
Devlet Bahçeli de aynı şeyleri söylüyor.
İyi de, konunun “İmralı’daki şahıs”la ne alakası var?
Çok alakası var...
Şöyle:
Abdullah
Öcalan isimli bu şahıs, seveni ve tapanı çok olabilir ama bana tuhaf bir adam gibi geliyor...
Daha önce de yazmıştım:
Bir zamanlar, henüz “Stalinist” mi “Troçkist” mi olacağına karar verememiş ama kaba saba Stalinizmde karar kılmış örgütlenmesinin başındayken, Türkiye’den giden gazetecilere, 28
Şubat’çıların “öncü ve modernleştirici rolünden” söz etmiş, hatta daha da ileri gidip, “bölgedeki feodal gericiliğe kar
şı öncü modernleşmecilerin
işbirliği yapmaları gerektiğini” öğütlemişti.
Bu işbirliğinin remzi olarak mı 28 Şubat sürecini anlaşılmaz bir ataletle geçirmişti? Burası muamma...
Bir ara kendisini Atatürk’e benzetmişti.
Doğu Perinçek’in “2000’e Doğru” dergisi de, olumlu tarafından bakarak, bunu
kapak yapmıştı.
İkinci karede, uçakta gözleri bağlı olarak “vatan”a getirilen
Abdullah Öcalan görüntüsü var.
Levent Göktaş olduğu sanılan görevli, henüz şaşkınlığını atamamış Öcalan’a sesleniyor: “
Vatana hoş geldin Öcalan...”
Öcalan’ın ağzından çıkan ilk cümle şu: “İşbirliğine hazırım...”
Elbette bu “işbirliği çabası”nı yadırgamıyorum.
Madem “önderlik”tir, kimlerle ne düzeyde ilişki kuracağına, hangi modernleştirici mahfillerle
ittifak yapacağına kendisi karar verecektir...
Tuhaflık şurada:
Halkı için her şeyi yapmayı göze almış Öcalan, halkının yararına olabilecek “Kürt
açılımı”nı ve “Eve dönüş projesi”ni sevmedi.
Sevmediğini de müteaddit defa açıkladı.
Hatta, avukatları aracılığıyla yaptığı bir açıklamada, açılım konusunda Baykal gibi (yani
CHP gibi) düşündüğünü söylüyordu. İktidar, devletten rol çalıyormuş... Bütün sorun
AK Parti hükümetiymiş... İyi çalışılması durumunda “
iktidar partisinin bölgedeki gücü azaltılabilir”miş...
Demek ki, ilerici mahfillerle “kankalık” durumları devam ediyor...
Demek ki süreçten, “gerici” sayılan (ve elini taşın altına koymuş) iktidar partisinin değil, “ilerlemeci” ve “modernleşmeci” laik unsurların kârlı çıkması isteniyor.
Şimdi elinize vicdanınıza koyup söyleyin:
Bu durumda
PKK kimin “taşeronu” oluyor?