Sonbaharda yapılacak bir
seçime doğru emin adımlarla ilerliyoruz. Geçen hafta
Yargıtay, Prof. Mehmet Haberal’ı
tahliye etmeyen
Ergenekon Davası hâkimlerini adam başı 1.500 TL tazminat ödemeye mahkûm etti. Bunun hemen ardından, yine Ergenekon sanığı
Erzincan Savcısı
İlhan Cihaner’i hukuken tartışmalı bir biçimde tahliye etti. Yapılanlar hukuk
darbesidir ve yargı
reformu isteyenlere karşı savaş ilanıdır.
Yakında Ana
yasa Mahkemesi değişiklik paketini esastan inceleyecek ve muhtemelen “bu değişiklik paketinin 1982
Anayasası’nın ruhuna aykırı” olduğuna karar verecektir. Tersi,
sürpriz olur. Fakat aynı mahkemenin
raportörü olan Doç.
Osman Can’ın “
Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararını yok sayalım” önerisini bazı aklı başında hukukçuların “makul ve tartışmaya değer” bulmuş olmaları bardağı taşıran son damla olmuştur! Bu “densizlik” karşısında, birileri “
panik atak” geçirmektedir! Artık, 28 Şubat’ın komutanı Oramiral
Güven Erkaya’nın “Cumhuriyet’in kazanımlarını ve anayasal rejimi savunmak için Silahsız Kuvvetler harekete geçmeli” sözü geçerlilik kazanmıştır. Kısacası, birileri “durumdan vazife çıkarmıştır.”
Vesayetçi sistemi sonuna kadar savunmaya niyetli olan üst düzey yargı bürokrasisi, kendisini bir tür “beka sorunu” ile karşı karşıya görmektedir. Onlara göre, AKP iktidarı ülkemize “din temelinde örgütlenmiş” bir rejimi getirmek üzeredir. Darbe rüyaları gören subaylar
Ergenekon davası ile
tasfiye edilmiş ve
Atatürk devrimleri tehlikeye girmiştir. Zaten poliste “F
tipi örgütlenme” tamamlanmıştır. Yoksa hangi polis, anlı şanlı hâkimlerin telefonlarını dinleyebilir ve eski bakanların “telefonda iş takibi” marifetlerini ortaya dökebilirdi ki? “
İmam kılıklı ve de badem bıyıklı polisler” bu cesareti nereden buluyorlardı acaba?
Yukarıda, özetlemeye çalıştığım zihniyete laf yetiştirmenin anlamı yoktur. Artık, sözün bittiği yerdeyiz. İstediğiniz kadar aksini savunmaya çalışın, ne kadar güçlü ve mantıklı görüşler ileri sürerseniz sürün, bu kesimi ikna etmeniz mümkün değildir. Artık, saflar bellidir. Her şey
siyah veya beyazdır, gri tonlar tedavülden kalkmıştır. Yargı bürokrasisinin üst düzey elemanları
akıl, bilgi ve tecrübelerini korkularının hizmetine koşmuşlardır. Timsah gözyaşları dökenlerin “uzlaşsınlar” temennileri anlamsızdır.
Diğer yandan, seçilmişlerin iradesini yansıtan
TBMM tam anlamıyla kilitlenmiştir. Çoğunluğa sahip AKP hükümetinin yasama gücü yoktur. İstediği şirkete “duble yol ihalesi” verebilir. Fakat, değişim ve reform boyutu olan bir
kanun çıkardığında, bu kanun acilen
CHP tarafından Anayasa Mahkemesi’nde iptal ettirilecektir. Bu kilidi açmanın tek yolu, seçmenin iradesine başvurmaktır.
Hafiften, seçim ekonomisinin devreye girdiğini görüyoruz. Sevgili
Eser Karakaş, geçen günkü yazısında AKP hükümetinin buğdaya ton başına 550 TL (370 dolar)
fiyat vermesinin seçim ekonomisinin müjdecisi olduğunu, tarım
destek fiyatlarının en yüksek olduğu Fransa’da bile buğdayın ton fiyatının 180 dolar olduğunu hatırlatıyordu (
Star, 9 haziran). Ayrıca,
Maliye Bakanlığı’nın 32.000 kişilik memur kadrosunu serbest bırakması, yıllardır bekleyen öğretmen atamalarının yapılması için düğmeye basılmış olması, AKP’nin kesenin ağzını açtığını gösteriyor.
İlginç bir seçim yaşayacağız. Ülkemizde ilk kez, anayasa ve rejim tartışmaları seçim
kampanyasının merkezine oturacak. AKP, yargı bürokrasisini ve hâkimleri seçmene
hedef göstererek oy oranını arttırmak isteyecektir.
Başbakan Erdoğan, Prof. Özbudun ve arkadaşlarına hazırlattığı anayasa taslağını devreye sokarak, “Yeni Anayasa” sloganı etrafında seçim kampanyasını kurgulayabilir.
Diğer bir yenilik de, seçimde “dış
politika” konusunun seçim malzemesi olarak kullanılacak olmasıdır. Saadet Partisi’ne göbekten bağlı İHH’nın Mavi Marmaragemisine yapılan
İsrail saldırısı sonucunda ortaya çıkan “İsrail karşıtı hissiyat” Başbakan Erdoğan’ın üzerinde oynamasına müsait bir ortam sunmaktadır. Erdoğan, kampanya esnasında İsrail’i yerden yere vurarak, AKP oylarının SP’ye kaymasını engelleyecektir. Ayrıca, seçim kampanyasının
Ramazan ayına rast gelmesi AKP’nin lehinedir.
Yasama hakkı elinden alınmış bir iktidardan “
Kürt açılımı” beklemek zaten anlamsızdı. Hiçbir hükümet, Kürt açılımı ile ilgili yasa çıkarıp, sonradan Anayasa Mahkemesi duvarına çarpmayı istemez. Ayrıca AKP, Kürt açılımı nedeniyle Orta Anadolu’daki milliyetçi oyları kaybetmeyi de göze alamaz. Bence, Hakkâri’de olanlardan sonra,
Kürt meselesi seçime kadar orduya emanet edilmiştir. “Kan, ter ve
gözyaşı” dolu bir yaz yaşayacağız maalesef.