Darbe rejiminin en önemli supaplarından yargı çocuk, gazeteci demeden tüm vatandaşların üzerinde Demokles’in kılıcı gibi sallanıyor.
Amaç, Sartre’ın dediği gibi, insanların düşündüğünü söylemesini engellemekten ziyade, düşünmemelerini sağlamak.
Yargının son mağdurlarından biri de
Ankara İletişim’den (İlef) arkadaşım gazeteci İrfan
Aktan. İrfan Express’te yayımlanan bir yazısından ötürü bir yıl üç ay
hapis cezası aldı. Ama elbette bir tek o değil. Hepimizin başı bu tarz davalarla belada.
Namık Durukan, Rıfat Başaran...
Peki, bu ve benzeri sorunları hangi
organ, nasıl aşacak?
Kuşkusuz ki bu sorunun yanıtı demokratik hukuk devletlerinde nettir. Halkın iradesinin tek ve meşru temsilcisi parlamento, askerin ve
darbe ideolojisinin bekasını korumaya memur edilmiş yargının
vesayetine karşı durarak
yasama
yetkisini kullanacak.
Yüksek yargının yapısı ve işleyişi de dahil olmak üzere kapsamlı bir yargı
reformuyla, türlü çeşitli ceza metinlerinin muhtelif yerlerine, biri kaldırılsa diğeri devreye girecek şekilde özenle yerleştirilmiş tüm mayınları
imha edecek.
Bütün
kavga gürültü de
sivil iradenin bu evrensel ve meşru hakkını kullanmasının gündeme gelmesinden kaynaklanıyor işte.
Bir yanda seksen yıllık statükonun karşısına evrensel
demokrasi ve hukuk normlarıyla dikilip “bütün
iktidar ait olduğu gerçek sahibine, halka” diyenler. Diğer yanda ise, tarihin garip bir cilvesi olarak aralarında “söz, yetki, karar, iktidar, halka” sloganını dillendirenlerin de bulunduğu, “iktidar ne isteyeceği belli olmayan ‘
çoban halka’ verilirse sivil vesayet tehlikesi başgösterir” diyenler.
İlk grupta yer alanların, İrfan’la aynı kaderi paylaşan gazetecilere sahip çıkmaları,
taş atan çocuklar için ivedilikle bir çözüm bulunmasını talep etmeleri sonuna dek tutarlı ve samimi. Çünkü insanlar Meclis’in, darbe rejiminin ideolojik aygıtı yargının vesayetinden kurtarılması ve ülkenin demokrasi, hukuk ve
özgürlükleri temel alan gerçek bir yargıya sahip olması için çabalıyorlar.
İkinci gruptakilerse, daha düne kadar devrimciler yargısız infazlarda katledilirken,
ölüm evlerinin önünde
İstiklal Marşı okuyanlar,
Hrant Dink ve Perihan Mağden gibi gazetecilerin ceza aldıkları davaları
bayrak timleriyle basanlar. Şimdiyse, gazetecilere ceza veren, taş attılar diye küçücük çocukları cezaevine tıkan, eskiden olduğu gibi (AKP öncesi) bağımsız ama tarafsız olamayan yargı değilmiş gibi, sorumluluğun tümünün siyasal iktidarda olduğu yönünde kara bir
propaganda yürütüyorlar.
Elbette basiretli davranıp arkasındaki bunca desteğe rağmen kapsamlı bir yargı reformu yapamayan, bu çağdışı yasaları değiştirmeyen hükümet, yaşanan tüm bu olumsuzluklardan sorumludur. Bunu defalarca yazdım.
Ancak bugün siyasi iktidara çakmanın dayanılmaz hafifliğiyle mal bulmuş mağribi gibi bazı yargı mağdurlarının üzerine atlayan ulusalcıların, sivil vesayet paranoyasından mustarip cumhuriyetçilerin ve onlara ilişen sözüm ona solcuların gerçekten dertleri özgürlükse, önce vesayet rejimi karşısında eli kolu bağlı olan sivil iradeye özgürlük talep etmeleri gerekmiyor mu?
Bakın “AKP taş atan çocukları niye bırakmıyor” diye bas bas bağıran CHP’liler, çarşamba günü AKP çocuklar için bir
takım iyileştirmeler içeren yasayı Meclis’e getirince kazan kaldırmaya başladılar, höykürüyorlar: “İmralı’yla pazarlık yaptılar, teröristlere gizli af çıkartıyorlar!” Görün yarın gazetecileri özgürleştirecek bir
yasa tasarısı hazırlasın hükümet, bunlar gecesinde iptal için
Anayasa Mahkemesi’nin kapsında alırlar soluğu.
Bu zevatı gördükçe, aklıma Eğe’de çok yaygın olan şu güzel deyiş geliyor:
Marulun yapraklarını yerken kıtır kıtır, sapına gelince me!
***
Özbudun demokratlığa devam ediyor hâlâ
Çarşamba günü
Ergun Özbudun’un
Osman Can’ın önerisi hakkındaki görüşlerini manşete taşıdık. Haberden sonra görüştüğüm Ergun Hoca, manşette yer alan ‘
destek’ ibaresinin kastını aştığını, Can’ın önerisinin hukuk mantığında yeri olduğunu ancak, gerek siyasi sonuçları gerekse pratikte karşılığı olmadığını düşündüğü için bu öneriye destek vermesinin söz konusu olmadığını söyledi. Ergun Hoca’nın anayasa tartışmalarındaki özgürlükçü ve demokrat tutumu sır değil. Sevgili hocamın yazdığı ve bizlerin de “Üzgünüz hocam manşetimiz yok hükmündedir” başlığıyla, yayımladığımız mektubun çeşitli yerlerinde ve özellikle 3. maddesinde de bu tutumunu yineliyor. Dolayısıyla ortada hocamızın da gazetemize yazdığı mektupta belirttiği gibi “manşeti itibariyle” bir aşırı yorum var, ötesi değil. Gazetemizin iç sayfalarında yayımlanan ve altında da imzam olan
ana haber metnini okuyan herkes de bunu rahatlıkla görebilir; hatta hatta “Kemalist kişilik bozukluğundan” mustarip hukukçular, siyasiler ve gazeteciler bile.