Neredeyse bir çeyrek yüzyıla yakın bir süredir hemen her önemli yargı meselesinde büyük bir öngörülemezlik ve belirsizlik yaşanıyor. Yüksek yargının ilgi ve karar alanına giren bütün önemli meseleler hem hukuk otoritelerinin hem de konuyla biraz ilgili sıradan insanların bildiği, anladığı hukukun dışında bir kararla bağlanıyor. Partiler kapatılıyor,
siyaset adamları yasaklanıyor, ciddi
toplumsal sonuçlar yaratan yasaklar üretiliyor veya
ekonomik açıdan telafisi imkansız yargı kararları alınıyor.
Sadece
Anayasa Mahkemesi değil,
Yargıtay,
Danıştay hatta Bölge İdare Mahkemeleri bilinen
kanun metinleriyle de evrensel hukuk kurallarıyla da izah edilemeyecek sonuçlara varıyorlar.
AYM’nin başörtüsü yasağına dayanak teşkil eden yorumu, parti
kapatma kararları ve en son 2008 yılında 10 ve 42. maddenin iptaline hükmederken Anayasa’daki açık kuralı yok sayması bariz örneklerdir.
367 kararı ise herhalde karar alıcıların bile hatırlamak istemeyeceği bir başka yanlıştır.
Buna mümasil Danıştay,
Yargıtay kararlarını saymayalım...
Yüksek yargı kesin karar merciidir ama birçok karar toplum vicdanını ikna edememiştir.
Son günlerde yaşanan tablo da iç açıcı değildir.
Mesela, yerel
mahkemelerle Yargıtay ve
HSYK arasında giderek derinleşen
uçurum.
Mesela, AYM’nin gündemindeki
Anayasa değişikliği paketinin bir kısmını veya tamamını yine 10/42 iptalindeki Anayasa ihlali yoluyla reddetme ihtimali...
Mesela, bazı
yüksek yargı üyelerinin devam etmekte olan davaların zanlı,
sanık ve muhtelif ilgilileriyle izah edilmesi mümkün olmayan bağlantıları...
Tekrara hacet yok ama bütün bunlar sadece kurumları değil, bir kavram olarak hukukla toplum arasındaki itimat ilişkisini zedelemektedir. Nitekim, son araştırmalar da bunu doğrulayan veriler üretmektedir.
Önceki
akşam 24’te Açık Görüş programında anayasa değişikliğini paketinin
Anayasa Mahkemesi’nde izleyeceği muhtemel yolları ve sonrasını konuştuk. AYM Raportörü ve
Demokrat Yargı Eşbaşkanı Osman Can’ın, bir
iptal kararı çıkacak olursa önerdiği sarsıcı
teklif malum. Can, böyle bir kararın “yok hükmünde” olacağını söylüyor. Programın diğer konukları Kezban Hatemi,
Yücel Sayman ve Doç.
Mustafa Şentop da bu yaklaşımı destekliyor. Birçok önemli hukukçunun özellikle, 10/42 iptalinden beri bu fikri paylaştığını da biliyoruz.
Osman Can, bir anlamda AYM’nin
yetki aşımı karşısında tek seçeneğin çaresizlik olmadığını ilan etmiş oldu.
Doç. Şentop ayrıca, eğer bir veya birden çok madde iptal edilirse
Meclis’in
referanduma gidilirken bu konuda hemen yeni bir anayasa değişikliği yaparak paketi tamamlayabileceğini önerdi. Buna benzer bir
uygulama Cumhurbaşkanlığı’nı halkın seçmesini düzenleyen anayasa değişikliği paketinin referandumuna gidilirken yapılmıştı. O zaman da “11. Cumhurbaşkanı’nı Meclis seçer” maddesi Gül, referandum öncesi seçildiği için anlamsızlaşmış, Meclis yeni düzenlemeyle paketi toparlamıştı. AYM da buna ilişkin
itiraz için Meclis’in bu yetkiye haiz olduğunu söylemişti. Bir
öneri de budur.
Belli ki bu kez, anayasa ihlaline karşı sessiz kalınmayacak; yok veya var saymak yollarıyla karşı adım atmak şeklinde formül aranacaktır. Parlamentonun ve dolayısıyla millet iradesinin hakları, hukuk dairesinde müdafaaya çalışılacaktır.
Sonuçta herkes Anayasa Mahkemesi’nin muhtemel bir iptal kararına istinaden konuşmakta ve tartışmaktadır. Oysa ortada bir karar yoktur.
Ama, bütün bu tablonun ortaya çıkardığı gerçek ise bambaşkadır.
Başta AYM olmak üzere yüksek yargının toplumla ilişkisini onarması için referandum sadece bir çözüm yolu değil aynı zamanda bir fırsattır da.
Mahkeme, anayasa hükmüne sadık kalmak ve konuyu milletin hakemliğine götürmek imkanı varken böylesine çetrefilleşme ihtimali olan bir konuda tarihe mal olacak bir riski üstlenmemelidir.