Uzak... Sıcak... Hem de sıkıcı... Bu kez, Tanzanya’nın Zanzibar adasındayım ve henüz fil,
maymun,
aslan, gergedan türünden bir canlıya rastlayamadım.
Bir adadan daha fazlası Zanzibar.
Ne ararsan var.
Her meşrebe uygun egzotizm... Tarihi yapılar. Modern yapılar. Modernle pre
modern arasında gidip gelen ve ne olduğunu anlaşılamamış tuhaf barakalar. İğreti evler. İlginç kapı desenleri. Ve orman...
Bir yandan müthiş bir
yoksulluk, diğer yandan gemi azıya almış varsıllık.
Daha çok yoksulluk ama...
Kılıçdaroğlu burada olsa, bir tek oy bile alamaz. Henüz
Etiler,
Bakırköy ve
Kadıköy kıvamında bir muhitleri yok.
CHP seçmeni olmaya
aday “
havuzlu villa” sakinleri de siyasetle ilgilenmiyor.
Hazır yeri gelmişken biraz “yandaşlık” yapayım; Tayyip burada da silip süpürür.
Zanzibar, uzun süre Umman Sultanlığı’na başkentlik yapmış. Almanlar gelmiş, Portekizliler gelmiş, İngilizler gelmiş... Sırasıyla gelip gitmişler ama adanın kaymağını yiyen İngilizler olmuş.
Burası, Darüsselam gibi internet fukarası değil.
İnternet bulunca aletin başına çöküyorsun ve Türkiye’nin hem sıkıcı, hem sevimsiz, hem de “ömür törpüsü” gündemine dalıyorsun.
Ben yokken memlekette iki şey olmuş:
BİR: İnternet sayfasındaki yerim biraz daha aşağılara inmiş.
İKİ:
Basın Konseyi, Yılmaz Özdil hakkındaki şikâyeti “yersiz” bulmuş.
Kadrolu sapığım, mailinde, “Sen Yılmaz Özdil’i
Basın Konseyi’ne mi şikâyet ettin şerefsiz?” diye sormasaydı, Özdil’le ilgili haberi okumayacaktım bile...
Baktım, haberin girişinde şöyle bir cümle var: “
Star gazetesi yazarı
Ahmet Kekeç ve
Adana Barış Meclisi Üyesi Av. Turgay Bek’in Yılmaz Özdil hakkında Basın Konseyi’ne yaptığı şikâyet yersiz bulundu...”
İnanamadım. Bir daha okudum...
Bir daha...
Evet, tastamam yazıldığı gibi... Basın Konseyi, benim ve Avukat Turgay Bek’in şikâyeti üzerine bir
mahkeme kurmuş, Yılmaz Özdil’i yargılamış ve sonunda “beraatine” karar vermiş.
Değerli
avukatı bilmem ama ben böyle bir şikâyet
te bulunmadım. Bu konuda Basın Konseyi’nin herhangi bir birimine bir dilekçe, bir başvuru, bir şikâyetname yazmadım.
Şimdi Tanzanya’yı, aslanı, fili, maymunu, yılanı bir kenara bırakıp,
Allah ne verdiyse
Oktay Ekşi’ye yüklenmek istiyorum.
Oktay Bey, Oktay Bey!
Sizi severim. Rikkatinize bayılırım. Nezaketinizi takdir ederim.
Lâkin, başkanlığını yaptığınız kuruluştan hiç hoşlanmam.
Siz, illegal kuruluşunuz Basın Konseyi’nde kendinizi mahkeme yerine koyup “yargılama” yapıyorsunuz. Yani suç işliyorsunuz. Üstelik bunu da doğru dürüst yapamıyorsunuz... Statükocu arkadaşlarla ilgili şikâyetleri “yersiz” bulurken, statüko kaçkınlarına bol keseden “
kınama” ve “uyarı” cezaları kesiyorsunuz; Engin Ardıç,
Yıldırım Türker ve Ahmet Kekeç örneğinde olduğu gibi...
Hadi suç işliyorsunuz. Bunun hesabını kendi vicdanınızda verin.
Peki, neden yalan söylüyorsunuz?
Basın Konseyi, “yazılı başvuru” olmadan, herhangi bir şikâyeti işleme koymuyor. Galiba tüzüğünüzde böyle yazıyor.
Özdil’in “nefret suçu” ihtiva eden yazısını eleştirdim, bu ülkede Basın Konseyi türünden nafile tecziye organları bulunduğunu hatırlattım ama hiçbir zaman size başvuruda bulunmadım.
Bulunmam da...
Kendi kendime söylenirim ama böyle şeyler yapmam.
Daha önce bir konuda “savunmamı” istemiştiniz. Gönderdiğiniz kâğıdı yırtıp attım. “Bir daha bana böyle şeyler yollarsanız, sizi mahkemeye veririm” dedim.
Bir defasında da,
Serdar Turgut’la ilgili işlem başlatabilmek için yazılı başvuru yapmam gerektiğini buyurmuştunuz. “Duymamış olayım” dedim.
Şimdi kalkmış, olmayan şikâyet üzerine “adamınızı” aklıyorsunuz.
Hadi bunu yapın da... Neden beni alet ediyorsunuz?
Bu sonuncusuyla birlikte “özür borcunuz” üç oldu.
Yemek ısmarladığınız için ilk ikisini silmiştim...
Bakalım üçüncüsünün tediyesini nasıl
yapacaksınız?