Pratik olarak imkânsız gözükse de, teorik olarak şöyle bir durumu tasavvur etmek mümkün:
Bir
Anayasa değişikliği olsun ve bu, parlamentoda 550 milletvekilinin onayı ile gerçekleşsin.
Diyelim, bir süre önce yapılan
Anayasa değişikliği veya daha önce gerçekleştirilen başörtüsü ile ilgili 10 ve 42'nci madde değişikliği.
Bu değişiklik
Anayasa Mahkemesi'ne iptal başvurusu ile götürülsün.
Anayasa Mahkemesi, değişikliklerin
teklif edilemez maddelerle "dolaylı veya doğrudan" ilgisi bulunduğuna hükmetsin ve Anayasa'nın "şeklen görüşme sınırı"nı aşma hakkı doğduğunu düşünsün ve şekilden esasa geçerek 11-0, 10-1, 9-2, 8-3, 7-4 oyla iptaline karar versin.
Bu durumda ne olmuş olur?
Meclis'in 550 oyla geçirdiği bir Anayasa değişikliği, AYM'nin en fazla 11 üyesi tarafından iptal edilmiş olur.
Yani millet iradesinin temsil müessesesi olan TBMM'nin tamamının iradesi, 11 kişinin iradesi ile bertaraf edilmiş olur.
AYM üstelik böyle bir içtihatla kendisini TBMM'nin tüm Anayasa değişikliklerini iptal edebilme yetkisi ile donatır.
Bu yetkinin içinde, Anayasa Mahkemesi'nin sadece 7 üyesinin
halk oylaması ile ortaya çıkan belki de yüzde yüzlük millet iradesini bile iptal edebilme imkanı bulunuyor.
Şu yukarıda anlatmaya çalıştığımız görüntü çok teorik mi diye sorarsanız, öyle de değil.
Çünkü başörtüsü ile ilgili Anayasa değişikliği olarak bilinen 10 ve 42'nci madde değişiklikleri (ki bu değişiklikler hiçbir açık ifade bulunmamasına rağmen 2'nci maddedeki Cumhuriyet'in
laiklik vasfıyla alakalı olarak görülüp iptal edilmişti) Meclis'te 411 milletvekilinin oyu ile kabul edilmişti.
Ha 411, ha 550. Çok mu fark eder sanki?
Bu görüntü,
toplum iradesi ile AYM arasında ortaya çıkan derin kopuşu ortaya koyuyor.
Ve AYM'yi, sanki tüm toplum iradesini
denetleme gibi bir konuma götürüyor.
Ve Anayasa'nın kimi maddelerinin topluma rağmen korunduğu gibi bir durum ortaya çıkarıyor.
Böyle bir olguya neresinden baksanız
Türkiye'nin düzeni adına çarpıklığı görmemeniz mümkün olmaz.
Bu durumda akla şu sorular gelir:
-AYM'nin yapısı nasıl oluşur, üyelikler nasıl bir toplum zemininden çıkar?
-AYM'yi toplum iradesi ile çelişen tavırlar içine sürükleyen "değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek" ilkelerin tespiti ve yorumu nasıl mutlaklaşır?
Kaldı ki, meselenin içindeki çarpıklığı daha iyi anlayabilmek adına, başka ihtimaller üzerinde de durdum ben zaman zaman:
Mesela, Anayasa'nın 11 ya da 7 üyesi
Haşim Kılıç gibi olsaydı dedim...
Soralım şimdi:
10 ve 42'nci madde ile ilgili iptal gelir miydi ya da
AK Parti hakkında "laiklik karşıtı eylemlerin odağı" yargısı çıkar mıydı?
Taraf'tan
Yıldıray Oğur dünkü yazısında konunun farklı boyutları ile ilgili gelişmeleri çok güzel derleyip toplamış.
Mesela AYM Başkanı
Haşim Kılıç, 10 ve 42'nci madde ile ilgili karşı oy yazısında "Denetimin meşruiyeti denetleyen organın hukuksal meşruiyet sınırları içinde hareket etmesine bağlıdır" demiş. Yani
mahkemenin meşru bir denetleme yapmadığı konusundaki kanaatini dile getirmiş.
Üye
Sacit Adalı, "Bu suretle, bırakalım Anayasa'yı yeniden yapmayı, en
küçük değişiklikte dahi karşısında değiştirilemez üç madde bulunacaktır" notunu düşmüş. Yani, Meclis iradesinin nasıl fonksiyonsuzlaştırıldığına dikkat çekmiş.
Ama AYM üye yapısı başka biçimlenince başka oluyor.
Bu da önümüze, AYM'nin üye yapısı ile mahkemenin misyonu arasında çok sübjektif alakalar oluştuğu sonucunu koyuyor.
Şöyle bir şey:
Mahkemenin üye yapısı, genel toplum iradesi ile farklı ideolojik eğilimlerde ise mahkeme kararları ona göre şekilleniyor.
Kimse "Bu ihtimal yok" demesin. Yaşanan bütün tartışmalar bu ihtimalle bağlantılı değil mi?
Belki de onun için Anayasa yapılırken, AYM'nin sadece şekil yönünden iptal yetkisi bulunsun istenmiş. Çünkü esasa geçildiğinde Meclis iradesi ile AYM'deki üye yapısının ideolojik farklılaşma içine girebileceği, bunun da en
yüksek yargı ile en yüksek millet temsilini çatışma noktasına itebileceği dikkate alınmış.
Türkiye kaçıncı defadır bunu yaşıyor, daha da yaşayacak.
Burada belki AYM üyelerinin bu yüksek yargı kurumunu, oradan beklenen saygınlık adına, babalarının malı ya da kendi ideolojik kanaatlerinin Türkiye'yi yukarıdan aşağı tanzim üssü gibi görmemeleri gerektiğini de hatırlatma zarureti bulunuyor. Ama böyle bir beklenti, gerçeğin
soğuk yüzünü değiştirmeye her zaman kafi gelmiyor.