"Tuzu kokutmanın faydası yok" başlıklı son yazımı...
"Tuzu kokutmanın faydası yok" başlıklı son yazımı, "Tuz kokarsa... tartışmasını
HSYK'nın krize dönen toplantıları, kararları ve atamaları ile son dönemde patlak veren yargı çetesi üzerinden de ele almak lazım..." diye bitirmiştim.
Gazetemizde dün yer alan eski Bakan
Seyfi Oktay'a ait yasal dinleme kayıtları, gerçekten "tuzun nasıl kokutulduğunu" ortaya koyuyor.
Yaşadığımız yargı krizini anlamak ve çözüm konusunda sağlıklı adımlar atabilmek için de adeta
rehber konumunda.
Seyfi Oktay, 5
Mayıs'ta
Anayasa Mahkemesi üyesi
Fulya Kantarcıoğlu ile görüşme yapıyor.
Ardından da dönemin
CHP lideri Deniz
Baykal'ı arayıp bilgi veriyor.
Meclis'te onaylanan Anayasa Değişiklik Paketi'nin bazı maddelerinin,
Anayasa Mahkemesi üzerinden iptal ettirilmesi üzerinde çalışma yapıyorlar.
Birincisi, CHP yani ana muhalefet partisi, Meclis'te çıkarılmasını engelleyemediği reform paketini, yargı mensupları üzerinden engellemeye çalışıyor.
Baykal, "yargı çetesi"nin başı olmakla suçlanan Seyfi Oktay'a girişimlerde bulunması telkininde bulunuyor.
Yani mahkemeyi etkileme çabasına girilmesini istiyor.
İkincisi, bu görüşmeler 5 Mayıs'ta gerçekleşiyor.
Oysa CHP'nin Anayasa Mahkemesi'ne iptal başvurusu yaptığı tarih, 14 Mayıs 2010.
Başka bir deyişle, başvuru öncesi zemin oluşturuluyor.
Kulis yapılıyor.
Bu görev de, "yargıda kadrolaşmanın mimarı" kabul edilen isimlere veriliyor.
DYP-SHP koalisyonu döneminde art arda
Adalet Bakanlığı görevlerini yürüten Seyfi Oktay ve
Mehmet Moğultay, yargıda kadrolaşmaya gittiklerini kendileri
itiraf etmişlerdi.
Moğultay, bir röportajında "Hükümetten 5 bin kadro çıkardım. Bu kadroları örgütüme vermeyip de MHP'ye mi verseydim" diyor.
O dönem, hâkim alımlarında ilk 100'e giren 57
aday "sözlü mülakatta" eleniyor.
Eski Bakan Oktay'ın HSYK Başkan Vekili
Kadir Özbek ile görüşmeleri,
Yargıtay atamalarında etkinlik göstermesi, yargıya halen siyasi müdahaleler olduğunu gösteriyor.
Üçüncüsü, Anayasa Mahkemesi üyesi
Fulya Kantarcıoğlu açık şekilde ihsas-ı reyde bulunuyor.
Oyunun rengini açık şekilde ortaya koyuyor.
Eski Bakan Oktay'a, "Zaten Anayasa'da yürütmeyi durdurma yok" diyor ama kendilerinin bir içtihatla bu kapıyı açtıklarını belirtiyor.
İptal başvurusunu yapmaya hazırlanan CHP'ye fikir veriyor.
Bu durumda Kantarcıoğlu'nun, bu başvurunun görüşüleceği oturuma katılması hukuken meşru olur mu?
Böyle bir skandal ileri demokrasiye sahip bir ülkede patlak verseydi, o Anayasa Mahkemesi üyesi çoktan
istifa ederdi...
Türkiye'de ise gizli oturumları
Ergenekon çetesine aktardığı belirlenen üyeler bile koltuklarını koruyor.
Sonuç olarak, yargı erkinin en yüksek mercii Anayasa Mahkemesi bu kadar şaibeyi hak etmiyor.
Kantarcıoğlu davadan çekildiğini bir an önce açıklamalı.
Aynı şekilde CHP de giderek artan oranda bir şaibenin altına giriyor.
Baş
bakan Erdoğan'ın, "Anayasa Mahkemesi'ni, anamuhalefet mahkemesi sanıyorlar" serzenişini haklı çıkaracak bir durum söz konusu.
Merak edilen CHP'nin yeni lideri
Kemal Kılıçdaroğlu da selefi Baykal ile aynı fikri paylaşıyor mu?
Darbeler ve muhtıralara karşı olduğunu ilan eden Kılıçdaroğlu, bu şartlar altında iptal başvurusunda yer alan imzasını geri çekecek mi?
Sembolik de olsa, demokratik bir
mesaj verebilecek mi?