Ahlaken sorunlu, kanunen suç ve siyaseten sakıncalı konulara alışmaktan daha kötü bir şey var: Kanıksamak.
Ve maalesef Türk toplumu 'yargının çivisinin çıkmasına' hem alıştı hem de 'kör göze
parmak' uygulamaları artık kanıksamaya başladı.
Son iki yıl içinde öyle olaylara şahit olduk ki; demokratik standartları yüksek ülkeleri bırakın, sıradan ülkelerde bile bunlar infial yaratır,
istifalar ya da görevden almalar olurdu.
Maalesef Türk halkı da medyası da aydını da yargıdaki hukuksuzluklara artık aldırmıyor.
Dursun Çiçek olayından başlayın, bugüne kadar konuştuğumuz konulara bir bakın.
Genelkurmay Adli Müşaviri'nin adının karıştığı skandallara,
Yargıtay üyelerinin dahil olduğu '
mahkemeden adam
kaçırma operasyonlarına', 15 yıl önce
Adalet Bakanlığı'ndan ayrılmış bir ismin hâlâ fiilen Adalet Bakanlığı yapmasına, her atamaya, her davaya etnik temelli müdahale etmesine,
Ergenekon ve faili meçhullerle ilgili mahkemelerin üzerine kurulan baskıya,
Anayasa Mahkemesi ve
HSYK'da işlerin nasıl döndüğünü gösteren ses kayıtlarına...
O kadar çok skandal yaşandı ki biz bile artık alt alta koymaktan yorulduk.
Sonuç ne oldu? Adeta '
yemin etmiş' birileri aylar önce ortaya çıkan ses kayıtlarındaki gibi adım adım 'Cihaner'i
kurtarma planını' uyguluyor.
Cemal Temizöz davasında yaşananlarsa artık herkesin malumu. Temizöz, Berk, Dursun Çiçek ve
İlhan Cihaner'in 'ortak noktası her ne ise', bu 4 ismi kurtarmak için
adaletin, hukukun, yargının canına okunması üzerinde ayrıca durmayı hak ediyor.
Yargıdaki 'tuz da kokmuş' tartışmalarına tüy diken olay ise son operasyon oldu.
Bir yılı aşkın süredir mahkeme kararıyla dinlenen
Seyfi Oktay meğerse 'Gölge
Adalet Bakanı' imiş. O koltuktan on beş yıl önce indi ama hâlâ bakanlığı ve mahkemeleri yönetiyormuş.
Her atamaya müdahale etmiş, her davayı perde gerisinden yönetmiş. HSYK
Başkanvekili Kadir Özbek de her 'rica'yı 'emir gibi' telakki etmiş olacak ki, Oktay'ın talep ettiği her şey gerçekleşmiş.
Özbek, zaten
Erzincan savcısı olayı sırasında kötü bir sınav vermişti. Son olayla 'pes artık' dedirtti.
Seyfi Oktay sadece HSYK ve alt mahkemelerle uğraşmamış. Haberini bugünkü gazetede okumuşsunuzdur. Meğerse Oktay,
Anayasa Mahkemesi'ni de 'koordine' etmiş.
Mahkeme üyelerinden
Fulya Kantarcıoğlu ile sık sık
telefon görüşmeleri yapıp durum değerlendirmesinde bulunmuşlar.
Strateji belirlemişler.
Konuşmaların üslubuna ve akışına bakılırsa dostluk eski. Hatta Oktay tüm mahkeme üyelerini pikniğe davet edecek kadar 'hatırlı.'
Hatırlanacağı gibi
iktidar partisine yönelik
kapatma davası öncesinde de mahkemeye ziyaretlerde bulunan 'bol yıldızlı' isimler vardı.
Kayıtlar gösteriyor ki Oktay, mahkemeyi ablukaya almış. Ama daha da ilginç olanı bu 'abluka' devrik genel başkan Deniz
Baykal'ın talimatıyla olmuş. Baykal 'hareketlenin' diyor Oktay diyalogları hızlandırıyor.
Anayasa Mahkemesi üyesi
Fulya Kantarcıoğlu ile Seyfi Oktay arasındaki her
telefon görüşmesi açıkça 'ihsas-ı rey' anlamında. Konuşmalar aynı zamanda Anayasa Mahkemesi'nde işlerin nasıl yürüdüğünü açıkça gösteriyor.
Tabii aynı zamanda 'Yüksek yargının CHP'nin arka bahçesi olduğu' yönündeki söylemin de şehir efsanesi olmadığını ortaya koyuyor.
Özetle;
yüksek yargının çivisi çıkmış durumda. Üstelik de bizzat yüksek yargı mensupları yaptı bunu. HSYK'da işlerin nasıl döndüğünü telefon kayıtları gösteriyor.
Kadir Özbek'in istifa etmesi gerekir.
Aynı şey AYM içinde geçerli. Ergenekon sürecinde çok tartışıldı ama Başkanvekili Osman
Paksüt istifa etme erdemini göstermedi. Fakat Fulya Kantarcıoğlu'nun bu telefon görüşmelerinden sonra mahkemeden çekilmesi şart. En azından AYM'deki
Anayasa değişikliği ile ilgili görüşmelere katılmamalı.
Mahkeme başkanı
Haşim Kılıç, Kantarcıoğlu'ndan bunu talep etmeli. Aslında inisiyatif alıp esas görüşmeyi
referandum sonuna kadar ertelemeli. Çünkü yapılmak isteneni artık herkes gördü. HSYK ve AYM üzerinden
vesayet sistemini sürdürmek.