Süper Lig'de sıra dışı
sezon yaşandı,
şampiyon son dakikada belli oldu,
Ertuğrul Sağlam'ın yönetimindeki
Bursaspor büyük
sürprize
imza atarak ipi göğüsledi.
Türk
futbolseveri için başka bir heyecan dalgası başladı.
Güney Afrika'nın ev sahipliği yaptığı Dünya Kupası üç gün önce start aldı. İlk maçlar beklendiği gibi tatsız tuzsuz geçti. Bir önceki turnuvanın finalisti, Zidane'sız
Fransa eski gücünden uzaktı,
Uruguay karşısında beraberliği güçlükle kurtarabildi. Komşumuz
Yunanistan, Güney Kore'ye kaybetti. Gruplarda ikinci maçlarla birlikte 'heyecan kasırgası' esmeye başlar. Tutuk futbol yerini heyecanlı mücadeleye bırakır.
O kadar ki turnuvaya damgasını vuran Afrika'nın yerel çalgısı 'vuvuzela'nın arı vızıltısı gibi beynimizi tırmalayan o uğultulu sesini bile duymaz oluruz. Bir
ülkenin futbol kaderi 90 dakikaya sığar. Skor artık her şeydir. Kaybeden evine, kazanan yoluna gider. Ya
zafer ya hezimet... Ortası yoktur. Dört yıl arayla düzenlenen Dünya Kupası muhteşem bir görsel şölendir. Yüz milyonlar ekrana kilitlenir. Milli
takımları turnuvaya katılamayan ülkelerin vatandaşları da ilgisiz kalamaz.
Televizyondan izlediğim o İskoç'un sözünü her Dünya Kupası'nda hatırlarım: 'Biz İskoçlar iki takım tutarız. İlki
milli takım, diğeri İngiltere'nin rakibi.' 'Futbol asla sadece futbol değildir' diyen ne kadar haklı. Sadece İskoçlar değil, biz Türklerin de kazanmasını ve kaybetmesini istediği
takımlar vardır.
Futbolda
Türkiye'nin boynu bükük... Bir Ortadoğulunun ağzından dökülen 'Yavaş yavaş
Hasan Şaş' veya bir dünyalıdan işittiğimiz '
Hakan Şükür Türkiye' sloganları geride kaldı. Türk futbolu dünya sahnesine çıktı, Avrupa'da ses getirdi. Güney Afrika'da yokuz. Oysa 8 yıl önce Güney Kore'de finalin eşiğine kadar gelmiştik.
İlhan Mansız'ın Senegal'e attığı
altın golün hazzı hâlâ damaklarımızda. Üçüncülük maçında Hakan Şükür'ün turnuvaların en
erken golü unutulur mu?
Ağır gündemlerle boğuştuğumuz bugünlerde futbolla rahatlamaya ne kadar çok ihtiyacımız vardı. Emre Belözoğlu'nun uzaktan atacağı bir gol kitleleri sokaklara dökecek ve nice dertlerimizi unutturacaktı.
Çaresiz, başka takımlarla avunacağız. Tek tesellimiz, sayısı giderek artan gurbetçilerimizi başka ülkelerin formalarıyla da olsa izlemek... Ve tabii Türkiye liginden tanıdığımız oyuncular. Onların başarısı için dua edeceğiz.
'Kupayı kim alır?' sorusuna her zaman benzer cevaplar verilir. Nasıl Türk futbolunun dört büyükleri varsa dünya futbolunun da öyle...
Brezilya,
İtalya,
Almanya,
Arjantin... Bir de buna Fransa'yı ekleyin.Turnuvaların başarısız takımları
İspanya,
Hollanda her zaman sürpriz adaylardır... Onca
yıldız oyuncuya rağmen hiç de sürpriz yapamadılar. Belki Güney Afrika'da...
Benim gönlüm sürprizden yana. Tıpkı Bursaspor gibi önceden kimsenin tahmin etmediği bir takımın şampiyonluğunu arzuluyorum. Mümkünse Afrika'dan ya da Asya'dan olsun... Bu coğrafyada güçlü bir sürpriz adayı yok.
Nijerya biraz iyi gibi. Vuvuzelanın vızıldayan sesleri arasında bir ilk yaşansa da bugüne kadar adı geçmeyen bir ülke şampiyon olsa...
Dünya şampiyonalarında Türklerin en çok sempati duyduğu takımların başında sarı formalı Brezilya gelir. Sonra da Almanya... Brezilyalı oyuncular futbolu sadece skor için oynamaz, göze de hitap eder. Bu basit oyunu kıvrak
vücut ve bilek hareketleriyle görsel şölene dönüştürür. Bu kez herkesin dilinde Arjantinli
Messi... Futbolun sihirbazı değil şairi.
Şiir estetiğiyle oynuyor. Top onun ayağında sanata dönüşüyor.
Maradona-
Platini sentezi gibi... Dar alanda aniden hızlanan sonra duran, tekrar depara kalkan, kıvrak vücut oyunlarıyla hedefe kilitlenen bir Messi Arjantin'i sırtlayabilecek mi?
Altın kupayı onun ellerine yakıştıranların oranı çok yüksek. Messi'ye yakışır ama benim gönlüm sürprizden yana... Umarım yüz milyonların izlediği bu turnuvadan Bursaspor gibi sürpriz bir şampiyon çıkar. Hep aynı ülkelerin kazanması artık heyecan vermiyor.